"Dünya Müslümanlar Raporu'nu" bilmeden "olmaz"...
İnsanın değerlerinin dinden etkilenmesi için ille de dindar, inanmış, mümin, mütedeyyin olması gerekmez. İçinde yaşadığı çevre nasılsa onun filtreleri gelir insan beynine, duygularına yerleşir. Algılamaları yönetmeye soyunan bir insan karşısındaki hedef kitlenin “ortak ruhi şekillenmesini” okumayı, bunun içindeki dini inanç sistemin etkisini kavramayı öğrenmek zorundadır. Aksi takdirde “çakılmak” bir kader haline gelebilir…
Yüz kişiden 99’unun “Müslüman olarak büyütüldüm” dediği, yüzde 89’unun ise kendini Sünni olarak tanımladığı Türkiye’de iletişimin herhangi bir alanında faaliyet göstermek isteyen bir uygulamacının bu kitlenin “ortak ruhi şekillenmesini” çok iyi bilmesi şart. Bu da ancak araştırmalardan haberdar olmakla mümkün... Sadece araştırmalara göre hareket etmekten söz etmiyoruz. Ancak dümen sizde de olsa araştırmaları birer navigasyon aleti olarak görmenizden bahsediyoruz. Navigasyon aletleri olmadan havada ve denizde yol alınmaz mı? Tabii ki alınır… Ama işte öylesine yol alınır ve risk giderek büyür… Dünyaca ünlü araştırma kuruluşu Pew, hazırlıkları yıllara dayanan dev İslâm araştırmasının sonuçlarını yayımladı. 80 ayrı dilde yaklaşık 38 bin kişiyle yüz yüze yapılan anketlere Türkiye’den 1.501 kişi katıldı. Dünya Müslümanlarının yaşam tarzlarını ortaya koyan araştırma, Türkiye’nin inanç haritasını gözler önüne seriyor. Araştırmanın bazı çarpıcı sonuçları da şöyle: Allah ve peygamber inancı: Toplam 1 milyar 600 milyon Müslüman’ın yaşadığı coğrafyalarda gerçekleştirilen araştırma, kendini “Müslüman” olarak tanımlayanların tamamına yakınının, Allah ve Hz. Muhammed inancı konusunda hemfikir olduğunu gösteriyor. Bu kanıda olanların Orta Asya ve Kuzey Afrika’daki oranı yüzde 100, Güneydoğu Asya’daki oranı yüzde 98, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta Asya ve Güney Asya’daki oranı yüzde 97.
Din sizin gündelik yaşamınızda önemli bir yer tutuyor mu?: Bu soruya verilen cevap coğrafyaya göre değişim gösteriyor. Sahraaltı Afrika’sında, Güneydoğu Asya’da ve Güney Asya’da 10 kişi üzerinden en az sekizinin hayatında din çok önemli bir yer tutuyor. Türkiye’deki Müslümanlardan “Dinin hayatımdaki yeri çok önemli” diyenlerin oranı yüzde 67. “Alevilik Müslümanlıktır” diyenler yüzde 69: Araştırmanın Türkiye açısından dikkate değer bölümlerinden biri, mezheplerle ilgili. Araştırmaya göre Türk halkının yüzde 89’u kendini “Sünni” diye tanımlıyor. Kimliğini, aralarında Alevilik ve Bektaşilik’in de bulunduğu diğer mezheplere göre tanımlayanların oranı yüzde 5’te kalıyor. Türk halkının yüzde 17’si Alevileri Müslüman olarak görmüyor, yüzde 14’üyse Alevilik’in ne olduğunu bilmiyor. “Alevilik bir İslâm mezhebidir” diyenlerin oranı yüzde 69, “Şiilik bir İslâm mezhebidir” diyenlerin oranıysa yüzde 60. Sufilik’e Orta Asya’da en çok hoşgörü gösteren ülkeyse yüzde 56 oranla Türkiye. Melekler, cennet ve cehennem: Türkiye, yine kendi bölgesi olan Orta Asya’da meleklere en çok inanan insanlardan oluşuyor. Buna göre Türk halkının yüzde 96’sı meleklerin varlığına inanıyor. Türkiye’de kaderin varlığına inanma oranı, aynı cennetin varlığına inanma oranı gibi yüzde 92. Ancak cehennemin varlığına inananlar yüzde 87’de kalıyor. Cinlere bizim kadar inanan yok: Türkiye cinlere inanmada yüzde 63, büyüye inanmada yüzde 49, nazara inanmadaysa yüzde 69’la bir kez daha Orta Asya’nın birincisi. Büyü inanışında Çad, Nijer, Senegal, Gana, Nijerya, Mozambik, Uganda gibi ülkeler bile Türkiye’nin gerisinde. Benzer bir şekilde “Mehdi ben yaşarken dünyaya geri dönecek” diyenlerin oranı yüzde 68’e, “İsa ben yaşarken geri dönecek” diyenlerin oranıysa yüzde 65’e ulaşıyor. Bu iki alanda da Türkiye bir kez daha Orta Asya’nın, üstelik açık farkla birincisi... İbadet sıklığı: Türkiye’de günde birden çok kez dua eden/namaz kılan kişilerin oranı yüzde 43, haftada bir veya daha fazla defa camiye giden kişilerin oranı yüzde 44. Zekât verenlerin ve oruç tutanların oranıysa bu ibadetlerden daha yüksek. Halkın yüzde 72’si zekât veriyor, yüzde 84’ü oruç tutuyor. “Düzenli olarak cuma namazına giderim” diyenlerin oranıysa yüzde 25. Halkın yüzde 27’si beş vakit namaz kılıyor. Dini eğitim: Türkiye’de Müslüman olarak büyütüldüm diyenlerin oranı yüzde 99. Öte yandan, “Camiye hiç gitmedim” diyen erkeklerin oranı yüzde 8. Kadınların oranıysa, camiye uzak kaldıklarını/tutulduklarını oldukça çarpıcı biçimde ortaya koyuyor: Oran, yüzde 37. Kur’an okuma: Türkiye’de dinin hayatlarındaki öneminin büyük olduğunu söyleyen insanların oranı çok yüksek olmasına karşın, her gün Kur’an okuyan kişi sayısı yüzde 9’da kalıyor. Ara sıra okuyanların oranıysa yüzde 63. Her 100 kişiden 23’ü ise “Hiç Kur’an okumam” diyor. Algılamayı belirleyen unsurların en önemlisi insanın çocukluğundan beri edindiği değerlerdir. İnsanların değerlerinin süzgecinden geçirerek algılarlar her şeyi. İnsanların değer sisteminin baş yapı taşı ise dini inanç sistemidir. İnsanın değerlerinin dinden etkilenmesi için ille de dindar, inanmış, mümin, mütedeyyin olması gerekmez. İçinde yaşadığı çevre nasılsa onun filtreleri gelir insan beynine, duygularına yerleşir. Algılamaları yönetmeye soyunan bir insan karşısındaki hedef kitlenin “ortak ruhi şekillenmesini” okumayı, bunun içindeki dini inanç sistemin etkisini kavramayı öğrenmek zorundadır. Aksi takdirde “çakılmak” bir kader haline gelebilir…
Halkla İlişkiler Okur Yazarlığı’nı çok geç öğrendim...
Doktorun işini kolaylaştırabilecek olağanüstü benzetmelerle hastalığını anlatabilen yazarlara hayranım. Bir tanesine tanık oldum, diyebilirim. Rahmetli Attilâ İlhan seksenli yıllarda ilk kez kalp krizi geçirdiğinde Dr. Moiz’e işaret parmağını kravat hizasında yukardan aşağı göstererek, “Göğsümü içerden Permatikle traş ediyorlar sanki’ dediğini anlatmıştı. Bir yazarın, doktoruna değil, başka bir yazar arkadaşına hastalığını anlatırken kullandığı o diğer muhteşem benzetmeye de Enis Batur’un yazısında rastladım. Diyordu ki:”Israel Horowitz, ölümünden birkaç hafta önce, kendi rızasıyla yerleştiği Remy-Dumoncel sokağındaki huzurevinde Beckett’i ziyaret ettiğinde, ‘ince bir cam tabakası kadar kırılgan bir halde bulmuş onu. Kan dolaşımı sorunları nedeniyle beyninde oluşan rahatsızlığı, bir bilim adamı üslubuyla ifade ettikten sonra durumunu özetlemiş: ‘Hareket eden kumlar üzerinde ayakta duruyorum.”
Nasıl? Hali hakikate mümkün olabilecek en benzer biçimde anlatabilmek ne büyük bir ayrıcalık... İletişimciler olarak bizlerin de, sanatçı ve yazarın üslubundaki olmazsa olmaz “dolayım”a değil ama özellikle şu iki örnekteki kısa, net ve “etkileyici” anlatımdan nasiplenmemiz gerekiyor herhalde. Halkla İlişkiler Okur Yazarlığı diye bir ders vardır… İletişim Fakültelerinin Halkla İlişkiler Bölümlerinde okuturlar. Örneğin Marmara Üniversitesi’nde Prof. Dr. Alaeddin Asna Hoca okuturdu bu dersi. Eşim doktora çalışması sırasında o dersi alana kadar ben, bu dersin önünde sonunda, basın bülteni, konuşma metni, rapor vs yazmak için gereken meleke ve bilgiyi aktarmak için verildiğini sanırdım…
Cahilliğe bakın… Neyse… Alaeddin Hoca Sokrat’tan girip Platon’dan çıkınca, Frankfurt ekolünden başlayıp günümüze uzanınca, biraz fikir sahibi olmaya başladım… Halkla İlişkiler Okur Yazarlığı tam da yukarıdaki örneklerde ifadesini bulan bir yaklaşımla ifade zenginliğini dünya görüşü temelinde yükseltmek demekti… Kendimizi 140 karakterle ifadeye alıştırmak durumunda olduğumuz bir dönemde bu yaklaşımdan söz etmek ne büyük lüks… Zaten Alaeddin Hoca da emekli oldu. O dersi vermiyor artık…
‘Ecnebi’ çiftlere uygun değil…
Eşim bebek büyütüyor. Oğlumuz Alinihat 1 yaşında. İster istemez bilgilenmeye, çocuk eğitimiyle ilgili okumaya çalışıyor. Son aldığı kitabın adı “Annenin Rehberi”… Yazarı aynı zamanda “Anne Baba Eğitimi-Istanbul Parent Class”ın kurucusu, Merhaba Bebek adlı bir başka kitabı da bulunan Uzman Psikolog Sinem Olcay Kademoğlu. Kitabın içindeki şu tespit ve tavsiyeden ben de çok etkilendim. Yaklaşık olarak, özetle naklediyorum: 1-3 yaş grubundaki çocukların eğitimine soyunurken yapılacak en büyük iki hata; internet ortamında yazılanları takip etmeye çalışmak ve / veya tercüme çocuk eğitimi kitaplarını izlemek…
Çünkü internet ortamına aklına gelen bir şeyler yazıyor. Kontrolsüz, denetimsiz… Tercüme edilmiş kitaplar ise orijinal dillerine tekabül eden ülke insanlarının kültür ve değerlerine göre öğütler içeriyor. Örneğin ABD’de çocuklarla çok daha sık vakit geçirilmesi, onların bol bol kucağa alınmaları vazedilirken, bizim ülkemizde tam tersi bir yaklaşım tavsiye edilebilir… Daha az kucağa almak, bu kadar çok üstüne düşmemek… Bu akıl, tabii ki ecnebi ya da çocuklarını birer ecnebi olarak yetiştirmek isteyen yarı aydın ebeveynler için geçerli değil. Ancak çocuklarının kendi yetiştikleri ve yaşayacakları ülkede yabancılık çekmemesini isteyen anne-babaların bu okuması da kolay kitaptan öğrenecekleri çok şey var…
Yüz kişiden 99’unun “Müslüman olarak büyütüldüm” dediği, yüzde 89’unun ise kendini Sünni olarak tanımladığı Türkiye’de iletişimin herhangi bir alanında faaliyet göstermek isteyen bir uygulamacının bu kitlenin “ortak ruhi şekillenmesini” çok iyi bilmesi şart. Bu da ancak araştırmalardan haberdar olmakla mümkün... Sadece araştırmalara göre hareket etmekten söz etmiyoruz. Ancak dümen sizde de olsa araştırmaları birer navigasyon aleti olarak görmenizden bahsediyoruz. Navigasyon aletleri olmadan havada ve denizde yol alınmaz mı? Tabii ki alınır… Ama işte öylesine yol alınır ve risk giderek büyür… Dünyaca ünlü araştırma kuruluşu Pew, hazırlıkları yıllara dayanan dev İslâm araştırmasının sonuçlarını yayımladı. 80 ayrı dilde yaklaşık 38 bin kişiyle yüz yüze yapılan anketlere Türkiye’den 1.501 kişi katıldı. Dünya Müslümanlarının yaşam tarzlarını ortaya koyan araştırma, Türkiye’nin inanç haritasını gözler önüne seriyor. Araştırmanın bazı çarpıcı sonuçları da şöyle: Allah ve peygamber inancı: Toplam 1 milyar 600 milyon Müslüman’ın yaşadığı coğrafyalarda gerçekleştirilen araştırma, kendini “Müslüman” olarak tanımlayanların tamamına yakınının, Allah ve Hz. Muhammed inancı konusunda hemfikir olduğunu gösteriyor. Bu kanıda olanların Orta Asya ve Kuzey Afrika’daki oranı yüzde 100, Güneydoğu Asya’daki oranı yüzde 98, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta Asya ve Güney Asya’daki oranı yüzde 97.
Din sizin gündelik yaşamınızda önemli bir yer tutuyor mu?: Bu soruya verilen cevap coğrafyaya göre değişim gösteriyor. Sahraaltı Afrika’sında, Güneydoğu Asya’da ve Güney Asya’da 10 kişi üzerinden en az sekizinin hayatında din çok önemli bir yer tutuyor. Türkiye’deki Müslümanlardan “Dinin hayatımdaki yeri çok önemli” diyenlerin oranı yüzde 67. “Alevilik Müslümanlıktır” diyenler yüzde 69: Araştırmanın Türkiye açısından dikkate değer bölümlerinden biri, mezheplerle ilgili. Araştırmaya göre Türk halkının yüzde 89’u kendini “Sünni” diye tanımlıyor. Kimliğini, aralarında Alevilik ve Bektaşilik’in de bulunduğu diğer mezheplere göre tanımlayanların oranı yüzde 5’te kalıyor. Türk halkının yüzde 17’si Alevileri Müslüman olarak görmüyor, yüzde 14’üyse Alevilik’in ne olduğunu bilmiyor. “Alevilik bir İslâm mezhebidir” diyenlerin oranı yüzde 69, “Şiilik bir İslâm mezhebidir” diyenlerin oranıysa yüzde 60. Sufilik’e Orta Asya’da en çok hoşgörü gösteren ülkeyse yüzde 56 oranla Türkiye. Melekler, cennet ve cehennem: Türkiye, yine kendi bölgesi olan Orta Asya’da meleklere en çok inanan insanlardan oluşuyor. Buna göre Türk halkının yüzde 96’sı meleklerin varlığına inanıyor. Türkiye’de kaderin varlığına inanma oranı, aynı cennetin varlığına inanma oranı gibi yüzde 92. Ancak cehennemin varlığına inananlar yüzde 87’de kalıyor. Cinlere bizim kadar inanan yok: Türkiye cinlere inanmada yüzde 63, büyüye inanmada yüzde 49, nazara inanmadaysa yüzde 69’la bir kez daha Orta Asya’nın birincisi. Büyü inanışında Çad, Nijer, Senegal, Gana, Nijerya, Mozambik, Uganda gibi ülkeler bile Türkiye’nin gerisinde. Benzer bir şekilde “Mehdi ben yaşarken dünyaya geri dönecek” diyenlerin oranı yüzde 68’e, “İsa ben yaşarken geri dönecek” diyenlerin oranıysa yüzde 65’e ulaşıyor. Bu iki alanda da Türkiye bir kez daha Orta Asya’nın, üstelik açık farkla birincisi... İbadet sıklığı: Türkiye’de günde birden çok kez dua eden/namaz kılan kişilerin oranı yüzde 43, haftada bir veya daha fazla defa camiye giden kişilerin oranı yüzde 44. Zekât verenlerin ve oruç tutanların oranıysa bu ibadetlerden daha yüksek. Halkın yüzde 72’si zekât veriyor, yüzde 84’ü oruç tutuyor. “Düzenli olarak cuma namazına giderim” diyenlerin oranıysa yüzde 25. Halkın yüzde 27’si beş vakit namaz kılıyor. Dini eğitim: Türkiye’de Müslüman olarak büyütüldüm diyenlerin oranı yüzde 99. Öte yandan, “Camiye hiç gitmedim” diyen erkeklerin oranı yüzde 8. Kadınların oranıysa, camiye uzak kaldıklarını/tutulduklarını oldukça çarpıcı biçimde ortaya koyuyor: Oran, yüzde 37. Kur’an okuma: Türkiye’de dinin hayatlarındaki öneminin büyük olduğunu söyleyen insanların oranı çok yüksek olmasına karşın, her gün Kur’an okuyan kişi sayısı yüzde 9’da kalıyor. Ara sıra okuyanların oranıysa yüzde 63. Her 100 kişiden 23’ü ise “Hiç Kur’an okumam” diyor. Algılamayı belirleyen unsurların en önemlisi insanın çocukluğundan beri edindiği değerlerdir. İnsanların değerlerinin süzgecinden geçirerek algılarlar her şeyi. İnsanların değer sisteminin baş yapı taşı ise dini inanç sistemidir. İnsanın değerlerinin dinden etkilenmesi için ille de dindar, inanmış, mümin, mütedeyyin olması gerekmez. İçinde yaşadığı çevre nasılsa onun filtreleri gelir insan beynine, duygularına yerleşir. Algılamaları yönetmeye soyunan bir insan karşısındaki hedef kitlenin “ortak ruhi şekillenmesini” okumayı, bunun içindeki dini inanç sistemin etkisini kavramayı öğrenmek zorundadır. Aksi takdirde “çakılmak” bir kader haline gelebilir…
Halkla İlişkiler Okur Yazarlığı’nı çok geç öğrendim...
Doktorun işini kolaylaştırabilecek olağanüstü benzetmelerle hastalığını anlatabilen yazarlara hayranım. Bir tanesine tanık oldum, diyebilirim. Rahmetli Attilâ İlhan seksenli yıllarda ilk kez kalp krizi geçirdiğinde Dr. Moiz’e işaret parmağını kravat hizasında yukardan aşağı göstererek, “Göğsümü içerden Permatikle traş ediyorlar sanki’ dediğini anlatmıştı. Bir yazarın, doktoruna değil, başka bir yazar arkadaşına hastalığını anlatırken kullandığı o diğer muhteşem benzetmeye de Enis Batur’un yazısında rastladım. Diyordu ki:”Israel Horowitz, ölümünden birkaç hafta önce, kendi rızasıyla yerleştiği Remy-Dumoncel sokağındaki huzurevinde Beckett’i ziyaret ettiğinde, ‘ince bir cam tabakası kadar kırılgan bir halde bulmuş onu. Kan dolaşımı sorunları nedeniyle beyninde oluşan rahatsızlığı, bir bilim adamı üslubuyla ifade ettikten sonra durumunu özetlemiş: ‘Hareket eden kumlar üzerinde ayakta duruyorum.”
Nasıl? Hali hakikate mümkün olabilecek en benzer biçimde anlatabilmek ne büyük bir ayrıcalık... İletişimciler olarak bizlerin de, sanatçı ve yazarın üslubundaki olmazsa olmaz “dolayım”a değil ama özellikle şu iki örnekteki kısa, net ve “etkileyici” anlatımdan nasiplenmemiz gerekiyor herhalde. Halkla İlişkiler Okur Yazarlığı diye bir ders vardır… İletişim Fakültelerinin Halkla İlişkiler Bölümlerinde okuturlar. Örneğin Marmara Üniversitesi’nde Prof. Dr. Alaeddin Asna Hoca okuturdu bu dersi. Eşim doktora çalışması sırasında o dersi alana kadar ben, bu dersin önünde sonunda, basın bülteni, konuşma metni, rapor vs yazmak için gereken meleke ve bilgiyi aktarmak için verildiğini sanırdım…
Cahilliğe bakın… Neyse… Alaeddin Hoca Sokrat’tan girip Platon’dan çıkınca, Frankfurt ekolünden başlayıp günümüze uzanınca, biraz fikir sahibi olmaya başladım… Halkla İlişkiler Okur Yazarlığı tam da yukarıdaki örneklerde ifadesini bulan bir yaklaşımla ifade zenginliğini dünya görüşü temelinde yükseltmek demekti… Kendimizi 140 karakterle ifadeye alıştırmak durumunda olduğumuz bir dönemde bu yaklaşımdan söz etmek ne büyük lüks… Zaten Alaeddin Hoca da emekli oldu. O dersi vermiyor artık…
‘Ecnebi’ çiftlere uygun değil…
Eşim bebek büyütüyor. Oğlumuz Alinihat 1 yaşında. İster istemez bilgilenmeye, çocuk eğitimiyle ilgili okumaya çalışıyor. Son aldığı kitabın adı “Annenin Rehberi”… Yazarı aynı zamanda “Anne Baba Eğitimi-Istanbul Parent Class”ın kurucusu, Merhaba Bebek adlı bir başka kitabı da bulunan Uzman Psikolog Sinem Olcay Kademoğlu. Kitabın içindeki şu tespit ve tavsiyeden ben de çok etkilendim. Yaklaşık olarak, özetle naklediyorum: 1-3 yaş grubundaki çocukların eğitimine soyunurken yapılacak en büyük iki hata; internet ortamında yazılanları takip etmeye çalışmak ve / veya tercüme çocuk eğitimi kitaplarını izlemek…
Çünkü internet ortamına aklına gelen bir şeyler yazıyor. Kontrolsüz, denetimsiz… Tercüme edilmiş kitaplar ise orijinal dillerine tekabül eden ülke insanlarının kültür ve değerlerine göre öğütler içeriyor. Örneğin ABD’de çocuklarla çok daha sık vakit geçirilmesi, onların bol bol kucağa alınmaları vazedilirken, bizim ülkemizde tam tersi bir yaklaşım tavsiye edilebilir… Daha az kucağa almak, bu kadar çok üstüne düşmemek… Bu akıl, tabii ki ecnebi ya da çocuklarını birer ecnebi olarak yetiştirmek isteyen yarı aydın ebeveynler için geçerli değil. Ancak çocuklarının kendi yetiştikleri ve yaşayacakları ülkede yabancılık çekmemesini isteyen anne-babaların bu okuması da kolay kitaptan öğrenecekleri çok şey var…