"Magazin basını olmadan olmaz!"
Bunu herhangi biri söyleyip yazsa bu kadar dikkate almaya gerek olmayabilirdi. Ancak konuşan kişi Türkiye'nin en yüksek bayi satışı olan ve etkili gazetesi Hürriyet'in magazin eki Kelebek'in yöneticisi ve yazarı, TV programcısı Cengiz Semercioğlu ise, iş bir hayli değişir...
Türkiye'de magazin basınıyla ille de yolu kesişen ajans ya da kişiler, Cengiz'in yazdıklarını bir kez daha dikkatle okumalı ve kendilerine "Ne yapabiliriz?" diye sormalılar.
2 Kasım'daki "Gazetecilik bitmiş!" başlıklı yazısında özetle şöyle demiş Cengiz Semercioğlu:
"Bu sanat camiası bize ne kadar hakaret etse, magazin gazeteciliği ne kadar aşağılansa hak ediyoruz. Çünkü yerlerde sürünüyor artık magazin gazeteciliği!
Twitter'dan kim ne demiş topla... İnternet sitelerinde çıkan yalan yanlış haberleri, sormadan soruşturmadan aynen al... TV'deki magazin programlarından bir-iki derleme yap... Al sana magazin!!
...
Volkan Konak'ın "Deprem beni ilgilendirmiyor" lafını edeceğine gerçekten inanıyor musunuz arkadaşlar? Ayıptır, günahtır!
Tüm Türkiye depremzedeler için seferber olmuş, sanatçılar bölgeye koşarken bu tür olaylarda duyarlılığını hepimizin bildiği Volkan Konak, "Deprem beni ilgilendirmiyor" diyecek ha? Hadi muhabir bunu yazdı getirdi, magazin müdürünün habere şüpheyle yaklaşması gerekmez mi? Hadi magazin müdürü de zokayı yuttu, ana gazeteye alan yazı işleri müdürleri, yayın yönetmen yardımcıları "Bu haberde sakatlık var, Volkan'ı arayın" demez mi?
...
Magazin basını adına bir başka utanılacak olay da geçen gece yaşanan sokak kavgası! Sevgilisi Deniz Uğur'la gezmeye çıkan yönetmen Orçun Benli, görüntülerini çeken muhabirlerle tartışıyor. Orçun Benli küfürler ediyor, bağırıp çağırıyor, gazetecilerin üzerine yürüyor. Peki bunun üzerine muhabirler ne yapıyor? Kameraları ve fotoğraf makinelerini bırakıp hep birlikte Onur Ünlü'nün üzerine yürüyorlar ve dövüyorlar.
Kardeşim magazin muhabiri misiniz, kabadayı mı? Gazetecinin haber kaynağıyla yumruk yumruğa kavga ettiği nerede görülmüş? Parlamento muhabirleri milletvekilleriyle yumruklaşıyor mu? Ekonomi muhabirleri işadamlarıyla sokak ortasında dövüşüyor mu? Spor muhabirleri futbolcularla yumruklaşıyor mu?
...
Sanatçıların da hepimizi aynı kefeye koymaması tek dileğimiz..."
Semercioğlu'nun bu dileğine katılmamak mümkün mü?..
Şimdi gelelim bu konuya neden değindiğimize...
Şöyle bir gözümüzün önüne getirmeye çalışalım. Magazin basını, ister reklam ajansı olsun ister PR ajansı, iletişim dünyasında hizmet veren hangi kurum ve/veya kişinin sosyal paydaşıdır? Hem de çok etkili paydaşı...
Bu sorunun yanıtı şöyle olabilir: Hangisinin değildir ki?..
İkinci soru: Magazin basını hangi ürün ve hizmet markaları için ihmal edilemez bir sosyal paydaştır? Bu sorunun yanıtı da çok yalındır: Magazin basınını izleyen insanları hedef kitlesi içinde gören tüm ürün ve hizmetleri pazarlayan kurum ve kuruluşların... Ayrıca popüler kültür dünyasında bireysel markasını yönetmeye çalışan tüm ‘starların' ve ‘star adaylarının'... Magazin basını olmadan ne kozmetik sektörü olabilirdi, ne eğlence sektörü, ne moda, ne de perakende...
O kadar önemli midir magazin basını... Evet o kadar önemlidir. Peki ya Semercioğlu'nun dedikleri. Yerden göğe kadar haklıdır Cengiz. Onun bıraktığı yerden konuyu alıp çıkış yolunu aramak üzere meseleyi tartışma işini de başkaları üstlenebilir. Örneğin, magazin basınının sosyal paydaşların, meslek kuruluşların ve "Mesleki Yeterlilik Kurumu"... Ya da Reklam Verenler Derneği, Reklamcılar Derneği, Gazeteciler Cemiyeti... Bunları konuşmak lazım. Yoksa giderek artan şikâyetlere bakıp, dudak bükmek çıkış yolu değil...
Ah şu avukatlar...
Gazetelere çarşaf çarşaf verilen "Kamu oyuna duyuru!" ilanlarının genelde hiçbir şeye yaramadığını bilmeyen kalmadı, diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Son iki örneği burada "vaka analizi" olarak ele almakta yarar var.
"Achtung! Achtung!" tadındaki bu ilanların çok azı iş yapar. Eğer ilanı veren kurum ya da şirket, marka değeri konusunda ileri bir noktadaysa kendisini korumak adına verdiği ilan işe yarayabilir mesela. Kızılay'ın 9 Ekimde verdiği ilan gibi...
"Yasal olmayan yollardan 'Türk Kızılayı Doğal Kaynak Suyu' markasıyla Şadırvan İçecek Üretim Sanayi ve Ticaret A.Ş. veya başka firmalarca yapılan bu tür üretim ve satış işlemleriyle bayilik verilmesinin Türk Kızılayı ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır!"
Kızılay o ilanda, adı geçen şirketi sahtekârlıkla suçlayıp mahkemeye de verdiğini söylüyordu. Böylece Şadırvan'ın sağlam bir krizi olmuştu. Adı geçen firma ne yaptı peki? Ekim'in 14'ünde yarım sayfa bir ilan da o verdi.
Özetle şöyle dedi: "Kızılay kamuoyunu yanlış bilgilendirdi... Kızılay, bizim şirketin yüzde 22 hissedarıdır... Biz yasal yollardan izinli üretim yapıyoruz. Kızılay resmi kurumlara ve yargıya başvurdu. Ama verilmiş bir iptal, durdurma veya tedbir kararı yoktur.
Denetimlerden geçtik. Bir müeyyide yok. Milyonlarca dolarlık hisseyi Kızılay'a bağışladık. Bu hisseler marka kullanım hakkı karşılığı verildi. Onun için Kızılay bu hakkı hukuken feshedemez. Olayın gelişimini kamuoyuyla paylaşırız..."
Ben Şadırvan diye bir şirketin adını ilk kez duyuyordum. Ama ne duyma?..
Ağzınızda kalan tat, aklınıza yerleşen algı ne acaba? Hadi hayatınızı kolaylaştıralım. Araştırmacıların itibarı ölçerken sorguladıkları 20 küsur parametreden birini soralım mesela: "Adı geçen kuruluşlar halka açık şirketler olsaydı, hisse senetlerini satın alır mıydınız? Beş üzerinden puan verin"...
Ben biliyorum ne puan vereceğinizi...
İki testi birbirine çarpınca, biri kırılsa da diğeri de en azından "bir lokma" çatlıyor...
Gelelim ikinci vaka'ya... Oradaki şirketi de verdikleri ilanla tanıdım: ERV...
Sigorta işi yapıyorlarmış. Açık unvanları şöyleymiş: ERV Sigorta Aracılık Hizmetleri Ltd. Şti.
Verilen ilanda özetle deniyor ki: "Bamtur kendi müşterilerini yanlış bilgilendirmiştir. Ortaya çıkan mağduriyetin çözüm muhatabı olarak bizi göstermekteler. ERV AG, 1907 yılında (Türkiye'de 2007'de) kurulmuştur. Birçok ülkede faaliyet gösterir. Turizm sektöründe önde gelen firmalara hizmet verir. Kanun ve kurallara tam ve eksiksiz uyar. Müşterilerimiz olan seyahat tedarikçilerine karşı sorumluluklarımızdan asla vermez. Bilginize sunarız..."
Bu arada www.erv.com.tr adresine giderseniz, orada sizi tek bir sayfa ve bir anons karşılıyor. Yaklaşık şöyle deniyor: "Bamtur mağdurları Ergo Sigorta'ya başvursunlar. Tel. No. şu..."
Buyurun buradan yakın... Bamtur, ERV ve ucundan birazcık da Ergo... Bu sefer üç testi...
İnsan ancak bu kadar kendi ayağına ateş edebilir... Metinlerden ve alınan aksiyonlardan, işin içinde iletişimden dirhem anlamayan, ancak işin daha fenası anlamadığını da bilmeyen ve de kabullenmeye hiç hazır olmayan avukatların bulunduğu şeklinde bir koku alıyorum... Ah şu avukatlar... Haklı olarak algılanmak için haklı olmanın yeterli olmadığını bir bilseler...
"Taraftar" değil "araftar" olmak...
Nihat Doğan'ın TV8'deki Cengiz Semercioğlu ve Sema Eren'in programında söylediği şu sözlerden çıkarılacak dersler yok mu?
"Bu ülkede bir sürü pisliği yapan popçular, uyuşturucu kullananlar hepsi hâlâ göz önünde ama Nihat Doğan hemen asılıyor. Bu statükocu, ulusalcı bir takım medyanın bana karşı faşistçe saldırısıdır."
Çıkarılacak ders basit ama yararlı: Haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsanız, sıkıntılarınız ne kadar büyük olursa olsun, mantığınızı yitirdiğinizi belli etmemeye çalışın. Malum, hak mantıkla aranır.
Dünya görüşlerinin itibarı meselesinde de, bir siyasi görüşü ya da bakış açısını zenginleştirenlerle aşağıya çekebilen "temsil sahibi" konumundakilerin rolü üzerinde ayrıca düşünmek lazım. Yol deyip geçmeyin... Kimlerle yürüdüğünüz önemlidir. Çevresindekilere bakıp da "taraftar" değil "araftar" olmayı seçenlere gelin de hak vermeyin. Küçümsediklerinden değil elbette.
Lord Chadlington'tan altın öğütler
Bu yılki ICCO zirvesi Eylül ayın son iki günü Portekiz'in Sintra kentinde düzenlendi. Bu tür toplantılara katılımı artık gençlere bıraktık... Bizim adımıza Deniz Saydam izledi zirveyi. Döndüğünde bizim ajans grubunun tamamına bilgi sundu.
Zirveye 4 kıtadan, 30 ülkeden 120 PR ajansı yöneticisi katılmış. Türkiye'den BG İletişim'den Barika Göncü Hanım ve Excel İletişim Danışmanlığı'ndan Soydan Canbaz ile birlikte üç kişilermiş.
Zirve'nin bir özeti ICCO'nun Türkiye'deki resmi temsilcisi ve üyesi İDA'nın web sitesine mutlaka girecektir. Beni en çok etkileyen konuşmalardan birini 32 ülkede 70'ten fazla şirketi bulunan sektörün en güçlülerinden Huntsworth'ün CEO'su Lord Chadlington yapmış. Yaptığı vurgular çok net: "Eğer 25'ten gençsen, Çince öğren! Çin, Rusya, Brezilya'ya git! Oralarda çalış! Asyalı gözüyle PR sorunlarına bak! Doğu'daki müşterilerini izle! Asya ile ilişki geliştir! Asya gazetelerinin İngilizcesini oku! Onların siyasetini öğren! Küçük PR firmalarını araştır! Büyük Asyalı şirketlerin CEO'ları ile tanış!"
Bu öğütler için en avantajlı ülkede yaşıyoruz...
Keşke 25 yaşından küçük olsaydım...
Türkiye'de magazin basınıyla ille de yolu kesişen ajans ya da kişiler, Cengiz'in yazdıklarını bir kez daha dikkatle okumalı ve kendilerine "Ne yapabiliriz?" diye sormalılar.
2 Kasım'daki "Gazetecilik bitmiş!" başlıklı yazısında özetle şöyle demiş Cengiz Semercioğlu:
"Bu sanat camiası bize ne kadar hakaret etse, magazin gazeteciliği ne kadar aşağılansa hak ediyoruz. Çünkü yerlerde sürünüyor artık magazin gazeteciliği!
Twitter'dan kim ne demiş topla... İnternet sitelerinde çıkan yalan yanlış haberleri, sormadan soruşturmadan aynen al... TV'deki magazin programlarından bir-iki derleme yap... Al sana magazin!!
...
Volkan Konak'ın "Deprem beni ilgilendirmiyor" lafını edeceğine gerçekten inanıyor musunuz arkadaşlar? Ayıptır, günahtır!
Tüm Türkiye depremzedeler için seferber olmuş, sanatçılar bölgeye koşarken bu tür olaylarda duyarlılığını hepimizin bildiği Volkan Konak, "Deprem beni ilgilendirmiyor" diyecek ha? Hadi muhabir bunu yazdı getirdi, magazin müdürünün habere şüpheyle yaklaşması gerekmez mi? Hadi magazin müdürü de zokayı yuttu, ana gazeteye alan yazı işleri müdürleri, yayın yönetmen yardımcıları "Bu haberde sakatlık var, Volkan'ı arayın" demez mi?
...
Magazin basını adına bir başka utanılacak olay da geçen gece yaşanan sokak kavgası! Sevgilisi Deniz Uğur'la gezmeye çıkan yönetmen Orçun Benli, görüntülerini çeken muhabirlerle tartışıyor. Orçun Benli küfürler ediyor, bağırıp çağırıyor, gazetecilerin üzerine yürüyor. Peki bunun üzerine muhabirler ne yapıyor? Kameraları ve fotoğraf makinelerini bırakıp hep birlikte Onur Ünlü'nün üzerine yürüyorlar ve dövüyorlar.
Kardeşim magazin muhabiri misiniz, kabadayı mı? Gazetecinin haber kaynağıyla yumruk yumruğa kavga ettiği nerede görülmüş? Parlamento muhabirleri milletvekilleriyle yumruklaşıyor mu? Ekonomi muhabirleri işadamlarıyla sokak ortasında dövüşüyor mu? Spor muhabirleri futbolcularla yumruklaşıyor mu?
...
Sanatçıların da hepimizi aynı kefeye koymaması tek dileğimiz..."
Semercioğlu'nun bu dileğine katılmamak mümkün mü?..
Şimdi gelelim bu konuya neden değindiğimize...
Şöyle bir gözümüzün önüne getirmeye çalışalım. Magazin basını, ister reklam ajansı olsun ister PR ajansı, iletişim dünyasında hizmet veren hangi kurum ve/veya kişinin sosyal paydaşıdır? Hem de çok etkili paydaşı...
Bu sorunun yanıtı şöyle olabilir: Hangisinin değildir ki?..
İkinci soru: Magazin basını hangi ürün ve hizmet markaları için ihmal edilemez bir sosyal paydaştır? Bu sorunun yanıtı da çok yalındır: Magazin basınını izleyen insanları hedef kitlesi içinde gören tüm ürün ve hizmetleri pazarlayan kurum ve kuruluşların... Ayrıca popüler kültür dünyasında bireysel markasını yönetmeye çalışan tüm ‘starların' ve ‘star adaylarının'... Magazin basını olmadan ne kozmetik sektörü olabilirdi, ne eğlence sektörü, ne moda, ne de perakende...
O kadar önemli midir magazin basını... Evet o kadar önemlidir. Peki ya Semercioğlu'nun dedikleri. Yerden göğe kadar haklıdır Cengiz. Onun bıraktığı yerden konuyu alıp çıkış yolunu aramak üzere meseleyi tartışma işini de başkaları üstlenebilir. Örneğin, magazin basınının sosyal paydaşların, meslek kuruluşların ve "Mesleki Yeterlilik Kurumu"... Ya da Reklam Verenler Derneği, Reklamcılar Derneği, Gazeteciler Cemiyeti... Bunları konuşmak lazım. Yoksa giderek artan şikâyetlere bakıp, dudak bükmek çıkış yolu değil...
Ah şu avukatlar...
Gazetelere çarşaf çarşaf verilen "Kamu oyuna duyuru!" ilanlarının genelde hiçbir şeye yaramadığını bilmeyen kalmadı, diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Son iki örneği burada "vaka analizi" olarak ele almakta yarar var.
"Achtung! Achtung!" tadındaki bu ilanların çok azı iş yapar. Eğer ilanı veren kurum ya da şirket, marka değeri konusunda ileri bir noktadaysa kendisini korumak adına verdiği ilan işe yarayabilir mesela. Kızılay'ın 9 Ekimde verdiği ilan gibi...
"Yasal olmayan yollardan 'Türk Kızılayı Doğal Kaynak Suyu' markasıyla Şadırvan İçecek Üretim Sanayi ve Ticaret A.Ş. veya başka firmalarca yapılan bu tür üretim ve satış işlemleriyle bayilik verilmesinin Türk Kızılayı ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır!"
Kızılay o ilanda, adı geçen şirketi sahtekârlıkla suçlayıp mahkemeye de verdiğini söylüyordu. Böylece Şadırvan'ın sağlam bir krizi olmuştu. Adı geçen firma ne yaptı peki? Ekim'in 14'ünde yarım sayfa bir ilan da o verdi.
Özetle şöyle dedi: "Kızılay kamuoyunu yanlış bilgilendirdi... Kızılay, bizim şirketin yüzde 22 hissedarıdır... Biz yasal yollardan izinli üretim yapıyoruz. Kızılay resmi kurumlara ve yargıya başvurdu. Ama verilmiş bir iptal, durdurma veya tedbir kararı yoktur.
Denetimlerden geçtik. Bir müeyyide yok. Milyonlarca dolarlık hisseyi Kızılay'a bağışladık. Bu hisseler marka kullanım hakkı karşılığı verildi. Onun için Kızılay bu hakkı hukuken feshedemez. Olayın gelişimini kamuoyuyla paylaşırız..."
Ben Şadırvan diye bir şirketin adını ilk kez duyuyordum. Ama ne duyma?..
Ağzınızda kalan tat, aklınıza yerleşen algı ne acaba? Hadi hayatınızı kolaylaştıralım. Araştırmacıların itibarı ölçerken sorguladıkları 20 küsur parametreden birini soralım mesela: "Adı geçen kuruluşlar halka açık şirketler olsaydı, hisse senetlerini satın alır mıydınız? Beş üzerinden puan verin"...
Ben biliyorum ne puan vereceğinizi...
İki testi birbirine çarpınca, biri kırılsa da diğeri de en azından "bir lokma" çatlıyor...
Gelelim ikinci vaka'ya... Oradaki şirketi de verdikleri ilanla tanıdım: ERV...
Sigorta işi yapıyorlarmış. Açık unvanları şöyleymiş: ERV Sigorta Aracılık Hizmetleri Ltd. Şti.
Verilen ilanda özetle deniyor ki: "Bamtur kendi müşterilerini yanlış bilgilendirmiştir. Ortaya çıkan mağduriyetin çözüm muhatabı olarak bizi göstermekteler. ERV AG, 1907 yılında (Türkiye'de 2007'de) kurulmuştur. Birçok ülkede faaliyet gösterir. Turizm sektöründe önde gelen firmalara hizmet verir. Kanun ve kurallara tam ve eksiksiz uyar. Müşterilerimiz olan seyahat tedarikçilerine karşı sorumluluklarımızdan asla vermez. Bilginize sunarız..."
Bu arada www.erv.com.tr adresine giderseniz, orada sizi tek bir sayfa ve bir anons karşılıyor. Yaklaşık şöyle deniyor: "Bamtur mağdurları Ergo Sigorta'ya başvursunlar. Tel. No. şu..."
Buyurun buradan yakın... Bamtur, ERV ve ucundan birazcık da Ergo... Bu sefer üç testi...
İnsan ancak bu kadar kendi ayağına ateş edebilir... Metinlerden ve alınan aksiyonlardan, işin içinde iletişimden dirhem anlamayan, ancak işin daha fenası anlamadığını da bilmeyen ve de kabullenmeye hiç hazır olmayan avukatların bulunduğu şeklinde bir koku alıyorum... Ah şu avukatlar... Haklı olarak algılanmak için haklı olmanın yeterli olmadığını bir bilseler...
"Taraftar" değil "araftar" olmak...
Nihat Doğan'ın TV8'deki Cengiz Semercioğlu ve Sema Eren'in programında söylediği şu sözlerden çıkarılacak dersler yok mu?
"Bu ülkede bir sürü pisliği yapan popçular, uyuşturucu kullananlar hepsi hâlâ göz önünde ama Nihat Doğan hemen asılıyor. Bu statükocu, ulusalcı bir takım medyanın bana karşı faşistçe saldırısıdır."
Çıkarılacak ders basit ama yararlı: Haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsanız, sıkıntılarınız ne kadar büyük olursa olsun, mantığınızı yitirdiğinizi belli etmemeye çalışın. Malum, hak mantıkla aranır.
Dünya görüşlerinin itibarı meselesinde de, bir siyasi görüşü ya da bakış açısını zenginleştirenlerle aşağıya çekebilen "temsil sahibi" konumundakilerin rolü üzerinde ayrıca düşünmek lazım. Yol deyip geçmeyin... Kimlerle yürüdüğünüz önemlidir. Çevresindekilere bakıp da "taraftar" değil "araftar" olmayı seçenlere gelin de hak vermeyin. Küçümsediklerinden değil elbette.
Lord Chadlington'tan altın öğütler
Bu yılki ICCO zirvesi Eylül ayın son iki günü Portekiz'in Sintra kentinde düzenlendi. Bu tür toplantılara katılımı artık gençlere bıraktık... Bizim adımıza Deniz Saydam izledi zirveyi. Döndüğünde bizim ajans grubunun tamamına bilgi sundu.
Zirveye 4 kıtadan, 30 ülkeden 120 PR ajansı yöneticisi katılmış. Türkiye'den BG İletişim'den Barika Göncü Hanım ve Excel İletişim Danışmanlığı'ndan Soydan Canbaz ile birlikte üç kişilermiş.
Zirve'nin bir özeti ICCO'nun Türkiye'deki resmi temsilcisi ve üyesi İDA'nın web sitesine mutlaka girecektir. Beni en çok etkileyen konuşmalardan birini 32 ülkede 70'ten fazla şirketi bulunan sektörün en güçlülerinden Huntsworth'ün CEO'su Lord Chadlington yapmış. Yaptığı vurgular çok net: "Eğer 25'ten gençsen, Çince öğren! Çin, Rusya, Brezilya'ya git! Oralarda çalış! Asyalı gözüyle PR sorunlarına bak! Doğu'daki müşterilerini izle! Asya ile ilişki geliştir! Asya gazetelerinin İngilizcesini oku! Onların siyasetini öğren! Küçük PR firmalarını araştır! Büyük Asyalı şirketlerin CEO'ları ile tanış!"
Bu öğütler için en avantajlı ülkede yaşıyoruz...
Keşke 25 yaşından küçük olsaydım...