Şeffaf olması gereken komisyondur, MİT değil 16.03.2013
Meclis'in Yasadışı Dinlemeleri Araştırma Komisyonu, MİT'i ziyaret ediyor ve bir CHP, bir de eski MHP milletvekili tam da üzüm yemekten çok bağcı dövme arzusunu çağrıştıran tavırlarıyla esip gürlüyorlar.
Sanki o mekânda bulunma nedenleri 'araştırmak' değil, 'hesap sormak'...
MHP'li eski milletvekili, 'Özel hayatım deşifre edildi. Siz ne iş yaparsınız? Bir kaset olayını çözemediniz' diyerek bir de masayı yumruklamış.
Haklı olmak ve bireysel özgürlüklerin yasayla teminat altına alınması, soyutlama gerektirir ve istesek de istemesek de vatandaş gözünde ilk algı bir kere beyinlere kazınmıştır ve soyutlama da bu ilk algının üzerinde şekillenecektir.
Unutulmasın ki, Türk siyasi tarihinde Meclis komisyonlarının MİT'in kapısını bu kadar kolay çalıp, misafir edildiklerine; kamuoyuna da görüşmelerin böyle olduğu gibi aktarıldığına çok sık tanık olmuşluğumuz yoktur. 'Şeffaflık' talep edenlerin, kamuoyu nezdinde kendilerini ayan beyan, tüm açıklıklarıyla ortaya döküp saçmaya ve 'öyle değil, böyle' demeye niyetleri varsa, bu işi bağırıp çağırarak değil, istihbarat servisleriyle sağlıklı bir diyalog kurarak yapmaları gerekmez mi?
Dünkü Komisyon-MİT toplantısı haberinde görünen tablo, 'Asıl şeffaf olması gereken kimdir?' sorusunun yanıtını da açıklıkla vermektedir: İstihbarat süreçleri, işin tabiatı gereği şeffaf olamaz. Şeffaf oldukları an, kavram olarak 'deşifre' olurlar ki, o zaman doğal olarak ilgili görevin 'istihbaratçı'sı sayılamazlar. Süreç içinde açığa çıkarılması gereken sorunlar üzerinde çalışıp, ilgili makamlara bilgi aktarmalarıyla,
'şeffaf' olmaları arasında dağlar kadar fark vardır. Komisyonlara gelince... Bakın şeffaflığı asıl onlardan talep edebiliriz. Kim adına? Temsil
ettikleri seçmenler adına...
Herkes her şeyin farkında!
Bu süreçte acılı ve sevinçli günleri içiçe yaşayacağımız kesin. Serbest bırakılanlar, nasıl da karışık duygularla karşılandılar baksanıza…
Aileleriyle buluşmalarını ekranda görüp de duygulanmayan biri var mıdır acaba? Bu arada teslim sahnesini izleyip, sonrasında da 'Keşke hiç boyun eğilmeseydi' diye hislenenler; 'Barış için her yol mubah olmalı!' diye sınırsız destek atanlar…
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç A Haber'e yaptığı açıklamalarda silahların susması konusunun Nevruz'a yetişip yetişmeyeceği sorusuna yanıt verirken 'Bu tür işlerde erkendir, geçtir demek çok doğru değil' dedi, 'Hiç bu kadar iyimser olmamıştık.' diye de ekledi.
Evet, 'yerli malı süreç' ifadesinin ne kadar 'yerli yerinde' seçilmiş bir tanımlama olduğunu kabul edelim. Gülüyoruz, ağlıyoruz ve herkes her şeyin farkında!
Dün Taraf gazetesinde Bağımsız Ülkücü Hareket Platformu'nun kurucularından Adnan Baran bakın ne demiş:
'İktidar büyük bir risk alarak şimdiye kadar denenmemiş bir şeyi yapmaya çalışıyor. Hiçbir siyasi kaygı taşımadan akan kanın durması adına herkes üzerine düşeni yapmalıdır.'
Bir daha bir daha okudum. 'Ülke bölünmeyecekse razıyız' diyen Adnan Baran'ı takdir etmemek mümkün mü?
Kaderin cilvesine bakın. Kesinlikle katılmadığım, ancak bir zamanlar Türkiye'sinde bazılarının diline pelesenk olmuş tanımlarıyla 'irticacılar', 'bölücüler', 'kafatasçılar' biraraya gelmişler, toplumsal barış sürecini yönetiyorlar; Sosyal Demokratlar ve bazı Milliyetçiler ise sürece karşı çıkıyor.
Dün Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan Otomobil Sanayicileri Derneği'nde yaptığı, ilk kez otomotivcileri eleştirmekten çok takdirle andığı konuşmasında 'Bu ihracat rakamlarına ulaşılacağı bundan 15-20 sene önce söylenmiş olsaydı, asla kimse inanmazdı' dedi. Barış sürecine inanmayanlar da 15 yıl sonra benzer tespitler yapılmasına neden olacaklar.
İttifaklar, birbirine teslim olmak anlamına gelmez... Anlaşmak, 'sevmek' demek değildir. Tüm araştırmalar ve aklıselim, halkın kahir çoğunluğunun tarafların gerekli ve yeterli bedelleri ödeyerek toplumsal barışı tesis etmelerini istediğini ortaya koymaktadır.
Bu talebi anlayan ve ona uygun hareket edenler gelecekte kazanacak, diğerleri kaybedecektir.
Sanki o mekânda bulunma nedenleri 'araştırmak' değil, 'hesap sormak'...
MHP'li eski milletvekili, 'Özel hayatım deşifre edildi. Siz ne iş yaparsınız? Bir kaset olayını çözemediniz' diyerek bir de masayı yumruklamış.
Haklı olmak ve bireysel özgürlüklerin yasayla teminat altına alınması, soyutlama gerektirir ve istesek de istemesek de vatandaş gözünde ilk algı bir kere beyinlere kazınmıştır ve soyutlama da bu ilk algının üzerinde şekillenecektir.
Unutulmasın ki, Türk siyasi tarihinde Meclis komisyonlarının MİT'in kapısını bu kadar kolay çalıp, misafir edildiklerine; kamuoyuna da görüşmelerin böyle olduğu gibi aktarıldığına çok sık tanık olmuşluğumuz yoktur. 'Şeffaflık' talep edenlerin, kamuoyu nezdinde kendilerini ayan beyan, tüm açıklıklarıyla ortaya döküp saçmaya ve 'öyle değil, böyle' demeye niyetleri varsa, bu işi bağırıp çağırarak değil, istihbarat servisleriyle sağlıklı bir diyalog kurarak yapmaları gerekmez mi?
Dünkü Komisyon-MİT toplantısı haberinde görünen tablo, 'Asıl şeffaf olması gereken kimdir?' sorusunun yanıtını da açıklıkla vermektedir: İstihbarat süreçleri, işin tabiatı gereği şeffaf olamaz. Şeffaf oldukları an, kavram olarak 'deşifre' olurlar ki, o zaman doğal olarak ilgili görevin 'istihbaratçı'sı sayılamazlar. Süreç içinde açığa çıkarılması gereken sorunlar üzerinde çalışıp, ilgili makamlara bilgi aktarmalarıyla,
'şeffaf' olmaları arasında dağlar kadar fark vardır. Komisyonlara gelince... Bakın şeffaflığı asıl onlardan talep edebiliriz. Kim adına? Temsil
ettikleri seçmenler adına...
Herkes her şeyin farkında!
Bu süreçte acılı ve sevinçli günleri içiçe yaşayacağımız kesin. Serbest bırakılanlar, nasıl da karışık duygularla karşılandılar baksanıza…
Aileleriyle buluşmalarını ekranda görüp de duygulanmayan biri var mıdır acaba? Bu arada teslim sahnesini izleyip, sonrasında da 'Keşke hiç boyun eğilmeseydi' diye hislenenler; 'Barış için her yol mubah olmalı!' diye sınırsız destek atanlar…
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç A Haber'e yaptığı açıklamalarda silahların susması konusunun Nevruz'a yetişip yetişmeyeceği sorusuna yanıt verirken 'Bu tür işlerde erkendir, geçtir demek çok doğru değil' dedi, 'Hiç bu kadar iyimser olmamıştık.' diye de ekledi.
Evet, 'yerli malı süreç' ifadesinin ne kadar 'yerli yerinde' seçilmiş bir tanımlama olduğunu kabul edelim. Gülüyoruz, ağlıyoruz ve herkes her şeyin farkında!
Dün Taraf gazetesinde Bağımsız Ülkücü Hareket Platformu'nun kurucularından Adnan Baran bakın ne demiş:
'İktidar büyük bir risk alarak şimdiye kadar denenmemiş bir şeyi yapmaya çalışıyor. Hiçbir siyasi kaygı taşımadan akan kanın durması adına herkes üzerine düşeni yapmalıdır.'
Bir daha bir daha okudum. 'Ülke bölünmeyecekse razıyız' diyen Adnan Baran'ı takdir etmemek mümkün mü?
Kaderin cilvesine bakın. Kesinlikle katılmadığım, ancak bir zamanlar Türkiye'sinde bazılarının diline pelesenk olmuş tanımlarıyla 'irticacılar', 'bölücüler', 'kafatasçılar' biraraya gelmişler, toplumsal barış sürecini yönetiyorlar; Sosyal Demokratlar ve bazı Milliyetçiler ise sürece karşı çıkıyor.
Dün Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan Otomobil Sanayicileri Derneği'nde yaptığı, ilk kez otomotivcileri eleştirmekten çok takdirle andığı konuşmasında 'Bu ihracat rakamlarına ulaşılacağı bundan 15-20 sene önce söylenmiş olsaydı, asla kimse inanmazdı' dedi. Barış sürecine inanmayanlar da 15 yıl sonra benzer tespitler yapılmasına neden olacaklar.
İttifaklar, birbirine teslim olmak anlamına gelmez... Anlaşmak, 'sevmek' demek değildir. Tüm araştırmalar ve aklıselim, halkın kahir çoğunluğunun tarafların gerekli ve yeterli bedelleri ödeyerek toplumsal barışı tesis etmelerini istediğini ortaya koymaktadır.
Bu talebi anlayan ve ona uygun hareket edenler gelecekte kazanacak, diğerleri kaybedecektir.