Algılamada ''''haklılık'''' ve ''''haksızlık'''' ikinci plandadır 02.05.2013
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve İl Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın 1 Mayıs akşamüstü Taksim'de açıklama yapmışlar. Özetle demişler ki: 'Bugün 1 Mayıs'ı neşe dolu bir gün olarak kutlayabilmeyi arzu ediyorduk… Tahmin edilenden daha rahat ama arzu edilmeyen bir 1 Mayıs gerçekleşti.'
TV'lere ve sosyal medyaya düşen manzaraları yıllardır görmüyorduk. Valiye göre marjinal gruplara mensup 3-4 bin kişinin çıkardığı olaylar ve polisin müdahalesi, yaralılar (bu arada 22 polis de yaralanmış), gözümüzün önünden akıp geçenler kurgulansa bu kadar çarpıcı, iç parçalayıcı olamazdı…
Böyle mi olması istenmişti?.. Algılama sürecinde 'haklı' ya da 'haksız' olmak ikinci derecede önem taşır. Haklı olsanız da istenmediğiniz şekilde algılanmak kaçınılmaz olabilir.
Bütün polemik ve provokasyonu bir kenara bırakarak konuya bir de iletişim mantığı ve akıl çerçevesinde yaklaşmaya çalışalım mı?..
Her türden gösteri, bir iletişim aracıdır. İletişimin ise tek bir amacı vardır: Bir fikir, bir dünya görüşünü içeren mesaj taşıyıcı söz ve davranışlarla, hedef kitle ve gruplarda iş hedeflerine uygun davranış ve görüş değişikliği oluşturmak. Bu amacı aklımızdan çıkarmadan devam edelim:
1. 2008'de, geçmiş hükümetlerin yasakladığı 1 Mayıs'ı İşçi ve Emekçiler Bayramı ilan eden, sonra da Taksim'deki yasağı kaldırmış olan hükümet; bu yıl inşaat nedeniyle kitle gösterisine müsait olmadığını belirterek 1 Mayıs'ta meydana girişi yasakladığında, başta doğası gereği her gün hükümetle çatışma noktaları arayan CHP olmak üzere diğer muhalif grupların bu kararı fırsat bilip Taksim'e yürüyeceklerini, bazı grupların biber gazına bilhassa maruz kalmayı isteyeceklerini bilmiyor muydu?..
Biliyordu…
2. Bazı sendikalar ve CHP ile birlikte bazı marjinal siyasi parti ve gruplar, kendilerine Valilikçe gösteri için Kadıköy ve Kazlıçeşme meydanları gösterilmesine rağmen, bu önerileri kabul etmeyip ille de Taksim diye ısrar ettiklerinde, bu senaryonun nasıl tecelli edeceğini bilmiyorlar mıydı?
Biliyorlardı…
3. Türkiye'nin neredeyse bütün kentlerinde huzur içinde kutlanan 1 Mayıs'ın İstanbul'da çatışma içinde yaşanmasını bu ülke insanı ve seçmen sizce nasıl 'okuyacaktır'… Üç ayrı okuma biçimini de görelim:
a) Helal olsun CHP'ye, bazı sendikalara, marjinal sol gruplara. Aslanlar gibi dövüştüler…
b) Polis gereğinden fazla sert davrandı
c) Günlerce önceden anlattılar. Yer gösterdiler. Git orada istediğin kadar gösteri yap, dediler. 'İlle de devleti takmayacağım' derseniz, başınıza gelecek budur. Devlet zaaf gösteremez.'
Halkın dün İstanbul'daki olayları nasıl yorumladığını araştırma şirketleri önümüzdeki günlerde ortaya koyacaklardır. Biber gazının gazına gelip öfkeyle yorum yapan açıklamalara değil, o çıktılara bakmak lazım. (Tekrarlayalım: Haklılık haksızlık meselesi algılama bahsinde konu dışıdır.) O zaman görülecektir, kimin puanı ne kadar artmış, kiminki ne kadar düşmüş…
Eğer araştırmalar (bir tanesi değil, en az üç tanesi), halkın kanaatinde herhangi bir değişiklik olmadığını gösterirse, o zaman amaç ne idi, diye sormak gerekmez mi?..
İnsan sormadan edemiyor. Eğer içeride hedef net değilse amaç yurt dışı olmasın?… (Batı basını demek, küresel dil olan İngilizce nedeniyle dünya basını demektir.) Çünkü bizzat görüleceği üzere Batı basını, ne Vali'nin açıklamalarından, ne hükümetin 1 Mayıs'ı yeniden bayram ilan ettiğinden söz edecektir, ne dileyenlere gösterilerini diğer kentlerde olduğu gibi huzur içinde yapabilecekleri alanlar gösterildiğinden, ne de vilayetin koyduğu yasağa rağmen marjinal grup ve bazı sendikalarla CHP'nin bile bile lades durumu yarattıklarından… 'İşçilerle Polis çatıştı!..' denecek, 'Şu kadar yaralı (mutlaka bulurlar) bu kadar göz altı!..' Böyle verecekler haberi…
Eğer Ana Muhalefetin, bazı sendikaların ve marjinal sol grupların hedefi Türkiye kamu oyu, kamu vicdanı ve seçmen değil de Batı basını idiyse, o zaman dünkü stratejileri başarıya ulaşmıştır, denilebilir…
İşe reklamları 'okumakla' başlanabilir…
İletişim meselesini reklamlar üzerinden anlamak, işin en etkili ve kestirme yoludur. Kısacık bir zaman diliminde çok şey anlatmak, bunu düşüncelerden çok duygulara hitap ederek yapabilmek, bu arada hedef kitlenin kültür ve değerlerini dikkate alarak halkla didişmeden hareket etmek, bütün bu işleri açıkça 'ifşa' yol ve biçimiyle değil, karşısındakine de çözümleme şansı ve alanı bırakarak bir 'işaret' inceliğinde verebilmek… Karmaşık gibi görünen bu süreci bir de yalın kılmak…
Zor iş…
Bunu layıkıyla başaranlardan usta film yönetmenlerinin çıkması boşuna değil.
Siyaseti, sanatı ve nihayet hayatı 'okuyabilmek' için reklam filmlerini 'okuma temrini' çok yararlı olabilir. Biraz da o nedenle bu sütunlarda iletişimci gözüyle sık sık reklamlardan söz ediyoruz.
Bugün de üç reklam filminden söz edeceğiz. Biri İş Bankası'nın, ikincisi Ofton İnşaat'ın üçüncüsü de İstikbal'in (Ametist Terapi Yatak)…
İş Bankası'nın Cem Yılmaz'la yaptığı reklamı izlediğimde biliyormuş gibi 'Burada sürdürülebilirlik çok önemli' diye yazmışım, 'Bir sonraki film gelecekte geçmeli'… Şimdi dönen reklamdaki 'gelecek' çözümlemesi mükemmel olmuş… M. Ali Alabora da çok yakışmış konsepte… Kilit mesajları gayet iyi taşımış. Banka ve teknoloji denince bir zamanlar Yapı Kredi gelirdi akla, şimdilerde Garanti sırtlamış bu konumlamayı. Anlaşılan İş Bankası 'köklülük' algısının yanısıra gelişmişlik, çağdaşlık ve teknolojik üstünlükle de anılmayı hedefliyor. Bu arada hemen belirtelim: Reklamın sinema versiyonu çok daha iyi. Belki TV'de daha az gösterilmeli ama orijinal uzunluğu tercih edilmeli…
Ofton İnşaat'ın Elysium 'Serene' reklamı ile İstikbal'in Ametist Therapy reklamlarının ise temel problemi kullandıkları müzikleriyle ilgili. Birinde 'Kasap Havası'nın, diğerinde smokinli tuvaletli Türk Müziği Korosu'nun hangi mesajı taşıdıklarını anlayan vardır belki. Ben anlamadım… Reklamda müzik, 'okuma temrinleri'nde ilk ipuçlarını size verecek olan en önemli özelliklerden biridir.
TV'lere ve sosyal medyaya düşen manzaraları yıllardır görmüyorduk. Valiye göre marjinal gruplara mensup 3-4 bin kişinin çıkardığı olaylar ve polisin müdahalesi, yaralılar (bu arada 22 polis de yaralanmış), gözümüzün önünden akıp geçenler kurgulansa bu kadar çarpıcı, iç parçalayıcı olamazdı…
Böyle mi olması istenmişti?.. Algılama sürecinde 'haklı' ya da 'haksız' olmak ikinci derecede önem taşır. Haklı olsanız da istenmediğiniz şekilde algılanmak kaçınılmaz olabilir.
Bütün polemik ve provokasyonu bir kenara bırakarak konuya bir de iletişim mantığı ve akıl çerçevesinde yaklaşmaya çalışalım mı?..
Her türden gösteri, bir iletişim aracıdır. İletişimin ise tek bir amacı vardır: Bir fikir, bir dünya görüşünü içeren mesaj taşıyıcı söz ve davranışlarla, hedef kitle ve gruplarda iş hedeflerine uygun davranış ve görüş değişikliği oluşturmak. Bu amacı aklımızdan çıkarmadan devam edelim:
1. 2008'de, geçmiş hükümetlerin yasakladığı 1 Mayıs'ı İşçi ve Emekçiler Bayramı ilan eden, sonra da Taksim'deki yasağı kaldırmış olan hükümet; bu yıl inşaat nedeniyle kitle gösterisine müsait olmadığını belirterek 1 Mayıs'ta meydana girişi yasakladığında, başta doğası gereği her gün hükümetle çatışma noktaları arayan CHP olmak üzere diğer muhalif grupların bu kararı fırsat bilip Taksim'e yürüyeceklerini, bazı grupların biber gazına bilhassa maruz kalmayı isteyeceklerini bilmiyor muydu?..
Biliyordu…
2. Bazı sendikalar ve CHP ile birlikte bazı marjinal siyasi parti ve gruplar, kendilerine Valilikçe gösteri için Kadıköy ve Kazlıçeşme meydanları gösterilmesine rağmen, bu önerileri kabul etmeyip ille de Taksim diye ısrar ettiklerinde, bu senaryonun nasıl tecelli edeceğini bilmiyorlar mıydı?
Biliyorlardı…
3. Türkiye'nin neredeyse bütün kentlerinde huzur içinde kutlanan 1 Mayıs'ın İstanbul'da çatışma içinde yaşanmasını bu ülke insanı ve seçmen sizce nasıl 'okuyacaktır'… Üç ayrı okuma biçimini de görelim:
a) Helal olsun CHP'ye, bazı sendikalara, marjinal sol gruplara. Aslanlar gibi dövüştüler…
b) Polis gereğinden fazla sert davrandı
c) Günlerce önceden anlattılar. Yer gösterdiler. Git orada istediğin kadar gösteri yap, dediler. 'İlle de devleti takmayacağım' derseniz, başınıza gelecek budur. Devlet zaaf gösteremez.'
Halkın dün İstanbul'daki olayları nasıl yorumladığını araştırma şirketleri önümüzdeki günlerde ortaya koyacaklardır. Biber gazının gazına gelip öfkeyle yorum yapan açıklamalara değil, o çıktılara bakmak lazım. (Tekrarlayalım: Haklılık haksızlık meselesi algılama bahsinde konu dışıdır.) O zaman görülecektir, kimin puanı ne kadar artmış, kiminki ne kadar düşmüş…
Eğer araştırmalar (bir tanesi değil, en az üç tanesi), halkın kanaatinde herhangi bir değişiklik olmadığını gösterirse, o zaman amaç ne idi, diye sormak gerekmez mi?..
İnsan sormadan edemiyor. Eğer içeride hedef net değilse amaç yurt dışı olmasın?… (Batı basını demek, küresel dil olan İngilizce nedeniyle dünya basını demektir.) Çünkü bizzat görüleceği üzere Batı basını, ne Vali'nin açıklamalarından, ne hükümetin 1 Mayıs'ı yeniden bayram ilan ettiğinden söz edecektir, ne dileyenlere gösterilerini diğer kentlerde olduğu gibi huzur içinde yapabilecekleri alanlar gösterildiğinden, ne de vilayetin koyduğu yasağa rağmen marjinal grup ve bazı sendikalarla CHP'nin bile bile lades durumu yarattıklarından… 'İşçilerle Polis çatıştı!..' denecek, 'Şu kadar yaralı (mutlaka bulurlar) bu kadar göz altı!..' Böyle verecekler haberi…
Eğer Ana Muhalefetin, bazı sendikaların ve marjinal sol grupların hedefi Türkiye kamu oyu, kamu vicdanı ve seçmen değil de Batı basını idiyse, o zaman dünkü stratejileri başarıya ulaşmıştır, denilebilir…
İşe reklamları 'okumakla' başlanabilir…
İletişim meselesini reklamlar üzerinden anlamak, işin en etkili ve kestirme yoludur. Kısacık bir zaman diliminde çok şey anlatmak, bunu düşüncelerden çok duygulara hitap ederek yapabilmek, bu arada hedef kitlenin kültür ve değerlerini dikkate alarak halkla didişmeden hareket etmek, bütün bu işleri açıkça 'ifşa' yol ve biçimiyle değil, karşısındakine de çözümleme şansı ve alanı bırakarak bir 'işaret' inceliğinde verebilmek… Karmaşık gibi görünen bu süreci bir de yalın kılmak…
Zor iş…
Bunu layıkıyla başaranlardan usta film yönetmenlerinin çıkması boşuna değil.
Siyaseti, sanatı ve nihayet hayatı 'okuyabilmek' için reklam filmlerini 'okuma temrini' çok yararlı olabilir. Biraz da o nedenle bu sütunlarda iletişimci gözüyle sık sık reklamlardan söz ediyoruz.
Bugün de üç reklam filminden söz edeceğiz. Biri İş Bankası'nın, ikincisi Ofton İnşaat'ın üçüncüsü de İstikbal'in (Ametist Terapi Yatak)…
İş Bankası'nın Cem Yılmaz'la yaptığı reklamı izlediğimde biliyormuş gibi 'Burada sürdürülebilirlik çok önemli' diye yazmışım, 'Bir sonraki film gelecekte geçmeli'… Şimdi dönen reklamdaki 'gelecek' çözümlemesi mükemmel olmuş… M. Ali Alabora da çok yakışmış konsepte… Kilit mesajları gayet iyi taşımış. Banka ve teknoloji denince bir zamanlar Yapı Kredi gelirdi akla, şimdilerde Garanti sırtlamış bu konumlamayı. Anlaşılan İş Bankası 'köklülük' algısının yanısıra gelişmişlik, çağdaşlık ve teknolojik üstünlükle de anılmayı hedefliyor. Bu arada hemen belirtelim: Reklamın sinema versiyonu çok daha iyi. Belki TV'de daha az gösterilmeli ama orijinal uzunluğu tercih edilmeli…
Ofton İnşaat'ın Elysium 'Serene' reklamı ile İstikbal'in Ametist Therapy reklamlarının ise temel problemi kullandıkları müzikleriyle ilgili. Birinde 'Kasap Havası'nın, diğerinde smokinli tuvaletli Türk Müziği Korosu'nun hangi mesajı taşıdıklarını anlayan vardır belki. Ben anlamadım… Reklamda müzik, 'okuma temrinleri'nde ilk ipuçlarını size verecek olan en önemli özelliklerden biridir.