Başbakan''''ın siyasi iletişimini anlama kılavuzu 21.02.2013
Geçtiğimiz günlerdeki yazılarından birinde Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi Bey, 'Kimi zaman algı, olgunun önüne geçer' diyerek, Samsun'daki atmosfer konusunda önemli bir uyarıda bulunmuştu.
HDK (Halkların Demokratik Kongresi) Heyeti'nin –bu tür kısaltmalar 68'lerden bu yana beni gerer- çıktığı Karadeniz'de barış turu sırasında yaşananlar gerçekten de yürekleri ağızlara getirdi ve son olarak heyet Samsun'da da saldırıya uğrayıp programını iptal etti.
Başbakan Tayyip Erdoğan 'milliyetçilik' konusunda 'dünya zamanına ayarlı' olduğu iddia edilebilecek, başka bir deyişle 'zamanın ruhu'na denk gelen, hayli 'çarpıcı' açıklamalar yaptı… AK Parti kadrolarının Karadeniz illerimizde kimsenin neler olabileceğini önceden bilemeyeceği, ancak yaşanması muhtemel bir büyük gerginliği önlediğini de kaydedelim.
Şimdi bu tespit Başbakan'a destek vermek midir, yoksa 'tarihi gerçekçilik çerçevesinde mevcut durumun tespiti' mi? Bizce tabii ki ikincisi… Meraklısı için hatırlatalım, dedik
Dün sabah Taha Akyol'a TV'de sordular. O da dedi ki 'Başbakan konuşmasında hadislere gönderme yaparak konuşuyor (Şeytanî olma meselesi vb). O nedenle iş halk genelinin takdirine kalırsa, değerler noktasından hareketle Erdoğan her zaman kazanır'. ABD insanının 'ortak ruhi şekillenmesi'ni 'İncil'den sonra en çok etkilediği' iddia edilen Ayn Rand'ın (kendi ifadesiyle) dünya görüşü çerçevesinden (yine kendi ifadesiyle 'Objektif Realizm') bakıldığında, Akyol'a katılmamak mümkün değildir.
Bir de Hayrettin Karaman hocanın 31 Ocak günkü Yeni Şafak'ta altını tekrar tekrar çizdiği 'milliyetçilik' izahatına göz atılmasında yarar var… O zaman durum daha iyi anlaşılacak, Başbakan Erdoğan'ın siyasi iletişim yaklaşımını okumak için gerekli kılavuza biraz yaklaşılmış olacaktır…
Başbakan'ın 'Irkî temelli milliyetçiliğin her türlüsünü ayağımızın altına alırız' sözünün hangi değerler sisteminde, nereye oturduğunu adam gibi anlamadan, yani ev ödevini doğru dürüst yapmadan, kafamızın içine bir zamanlar yerleştirilmiş olan çekmecelerden birini çekip içindekilere göre yorumlamaya kalkmak, hüsranla sonuçlanacak siyasi varsayımlara neden olabilir…
Cumhuriyetin kültürel temelini oluşturması düşünülmüş 'Ulusalcılık' anlayışını ve devletin temeli olması planlanmış 'kültürü' bir kenara bırakan tarafı (ki muhalefet bunu terk etmiş görünmektedir) 'milliyetçilik' okyanusunda Başbakan her zaman boğar. Hem de kimselerin karşı çıkamayacağı hadis-i şeriflere dayanarak… İstese Marksizm'e dayanarak da boğabilirdi… Ancak o, daha kestirme ve etkili yolu seçiyor…
Şu sıra, siyasi iletişimin meşhur üçlemesinden biri olan 'tutarlılık' ilkesi, (diğerleri yaratıcılık ve süreklilik) 'Yerli malı çözüm süreci'nin aksiyon planlamasında ve tam da ihtiyaç duyulan noktada gayet iyi çalışmaktadır.
Başbakan Erdoğan, 'Beğenirsin beğenmezsin; onlar milletvekilleridir. Saygı duymak zorundasın' derken tüm taraflara teamüller konusunda bir hatırlatmada bulunarak 'hassasiyet'ler meselesinde yasal zeminlerdeki önceliklerimizi de herkesin dikkatine sunmuş, reel politikanın sınırlarını çizmiştir.
Nestle krizini başarıyla yönetti
11 Eylül'le Batı'nın 'Güvenlik' duygusu yıkıldı… Enron, World.co, Arthur Andersen, Lehman Brothers batışları ve dünyayı tehdit eden ekonomik krizi sonrası, ABD'nin ve AB'nin ekonomik bilgiçlik havaları ve Guru Sanayii yerle bir oldu… Herkes 'Kelin ilacı olsa kendi başına sürerdi' diyerek terk etti ABD ve AB gurularının pek çoğunu… Şimdi de AB'nin o çok övündüğü sağlık denetim sistemi çatırdıyor…
Her ne kadar algılama yönetimi açısından bir 'mazhariyet' vasfını çoktan kaybetmiş olsa da, hâlâ 'Monden Avrupalı' algısını yukarıya çeken kavramlardan biri olan 'kalite' anlamını yitiriyor...
Avrupa kalitesiz gıda ürünleri haberleri ile çalkalanıyor… İngiltere'nin perakende zinciri Tesco'dan sonra, kalite güvence sistemlerinde dünyaya örnek gösterilen Nestle'nin de başı dertte. Belki kendisi değil ancak alt yüklenicileri 'çakılmış' durumdalar… Güney Amerika'dan gelen at etleriyle hazırlanan lazanya ve tortellini türü hazır yemeklerde ortaya çıkan skandal Nestle'nin canını yakmış.
Ancak çok akıllı bir iletişim ve kriz yönetimi manevrasıyla hasarı minimalize etme başarısını gösterdiklerini söyleyebiliriz. 1. Başkaları fark etmeden kendileri iki ürünlerinde at eti dna'sına rastladıklarını açıklamışlar. 2. Hangi maddi hasara yol açacağına bakmadan, bunları toplatmaya (mesleki deyişle geri çağırmaya) karar vermişler. 3. Bundan sonrasında tüm müşteri ve tüketicilerine takip ve sorumlu davranış garantisi vermişler…
Çıkaracak ders çok… Herkese, özellikle de bize 'medeniyet' dersi vermeye kalkan Batı ne geçmişi (Bkz. Lincoln ve Django adlı filmler ve Schindler'in Listesi gibi daha niceleri) ne de bugünü ile (bkz. Sayısız maddî ve manevî skandallar) kasılacak, hava basacak durumda değildir… Öte yandan kapitalist kültürün en sofistike ürünü olan iletişimi çok iyi bilmektedir… Çömlek patlayıncaya kadar her yol mubahtır gelişmiş (!) Batı'da. Ancak patladı mı da, hatanın üzerini örtmez, saklamaz, saklanmaz. 'Olmamış, yaşanmamış' gibi davranmaz. 'Mış' gibi yapmaz. Marka ruhunu örseletmemek için aşırı çaba harcar. İletişimi masraf kapısı olarak değil, yatırım aracı olarak görür…
Örnek ortada… Nestle'yi eleştirmeli miyiz yoksa, duyarlı davranışı için kutlamalı mıyız? Belki ikisi de değil. Ancak iletişimi adam gibi yönettiği için takdir etmeliyiz… Aynı yaklaşım 'at ve domuz eti krizinden' etkilenen diğer 'aktörler' için söz konusu olabilir mi? Bence hayır…
Netlik arzusu...
Çayçımız bir arkadaşımıza demiş ki:
'Süpersiniz. Dahili telefonda hiç kem küm etmeden 'Çay istiyorum' diye net söylüyorsunuz. Telefonu açtıktan sonra ne istediğine karar vermeye çalışan arkadaşlarımız, hem kendilerini hem bizi oyalıyorlar.'
Netlik arzusu, verimliliğin ilk koşullarından biri. Ne istediğini bilmekten başlayarak öncelikleri sonralıklardan ayırdedebilme maharetine sahip olabilmeye ve bilgiyi kendine saklamadan ilgili kişilerle zamanında paylaşmaya kadar süreçleri sonuçlandırmanın pek çok adımı var.
Kaç kişiyi gereksiz yere meşgul ettiğimizin farkında mıyız? Asıl meşgul olması gerekenlerin de bir anda 'hadi yapın da görelim' moduna geçiyor olmalarına ne demeli?
Evlerinde, işlerinde hiç olmazsa verimli çalışmanın iç huzurunu duymak isteyenlerin, öncelikle bir 'sadeleştirme'ye ihtiyaçlarının olup olmadığını kendilerine sormalarında yarar var. Ehemle mühimi ayırd etmekten söz ediyorum. Netlik ayarı yapmak, herkese iyi gelebilir. Hele de iş, ilişki ve iletişimi yönetirken…
HDK (Halkların Demokratik Kongresi) Heyeti'nin –bu tür kısaltmalar 68'lerden bu yana beni gerer- çıktığı Karadeniz'de barış turu sırasında yaşananlar gerçekten de yürekleri ağızlara getirdi ve son olarak heyet Samsun'da da saldırıya uğrayıp programını iptal etti.
Başbakan Tayyip Erdoğan 'milliyetçilik' konusunda 'dünya zamanına ayarlı' olduğu iddia edilebilecek, başka bir deyişle 'zamanın ruhu'na denk gelen, hayli 'çarpıcı' açıklamalar yaptı… AK Parti kadrolarının Karadeniz illerimizde kimsenin neler olabileceğini önceden bilemeyeceği, ancak yaşanması muhtemel bir büyük gerginliği önlediğini de kaydedelim.
Şimdi bu tespit Başbakan'a destek vermek midir, yoksa 'tarihi gerçekçilik çerçevesinde mevcut durumun tespiti' mi? Bizce tabii ki ikincisi… Meraklısı için hatırlatalım, dedik
Dün sabah Taha Akyol'a TV'de sordular. O da dedi ki 'Başbakan konuşmasında hadislere gönderme yaparak konuşuyor (Şeytanî olma meselesi vb). O nedenle iş halk genelinin takdirine kalırsa, değerler noktasından hareketle Erdoğan her zaman kazanır'. ABD insanının 'ortak ruhi şekillenmesi'ni 'İncil'den sonra en çok etkilediği' iddia edilen Ayn Rand'ın (kendi ifadesiyle) dünya görüşü çerçevesinden (yine kendi ifadesiyle 'Objektif Realizm') bakıldığında, Akyol'a katılmamak mümkün değildir.
Bir de Hayrettin Karaman hocanın 31 Ocak günkü Yeni Şafak'ta altını tekrar tekrar çizdiği 'milliyetçilik' izahatına göz atılmasında yarar var… O zaman durum daha iyi anlaşılacak, Başbakan Erdoğan'ın siyasi iletişim yaklaşımını okumak için gerekli kılavuza biraz yaklaşılmış olacaktır…
Başbakan'ın 'Irkî temelli milliyetçiliğin her türlüsünü ayağımızın altına alırız' sözünün hangi değerler sisteminde, nereye oturduğunu adam gibi anlamadan, yani ev ödevini doğru dürüst yapmadan, kafamızın içine bir zamanlar yerleştirilmiş olan çekmecelerden birini çekip içindekilere göre yorumlamaya kalkmak, hüsranla sonuçlanacak siyasi varsayımlara neden olabilir…
Cumhuriyetin kültürel temelini oluşturması düşünülmüş 'Ulusalcılık' anlayışını ve devletin temeli olması planlanmış 'kültürü' bir kenara bırakan tarafı (ki muhalefet bunu terk etmiş görünmektedir) 'milliyetçilik' okyanusunda Başbakan her zaman boğar. Hem de kimselerin karşı çıkamayacağı hadis-i şeriflere dayanarak… İstese Marksizm'e dayanarak da boğabilirdi… Ancak o, daha kestirme ve etkili yolu seçiyor…
Şu sıra, siyasi iletişimin meşhur üçlemesinden biri olan 'tutarlılık' ilkesi, (diğerleri yaratıcılık ve süreklilik) 'Yerli malı çözüm süreci'nin aksiyon planlamasında ve tam da ihtiyaç duyulan noktada gayet iyi çalışmaktadır.
Başbakan Erdoğan, 'Beğenirsin beğenmezsin; onlar milletvekilleridir. Saygı duymak zorundasın' derken tüm taraflara teamüller konusunda bir hatırlatmada bulunarak 'hassasiyet'ler meselesinde yasal zeminlerdeki önceliklerimizi de herkesin dikkatine sunmuş, reel politikanın sınırlarını çizmiştir.
Nestle krizini başarıyla yönetti
11 Eylül'le Batı'nın 'Güvenlik' duygusu yıkıldı… Enron, World.co, Arthur Andersen, Lehman Brothers batışları ve dünyayı tehdit eden ekonomik krizi sonrası, ABD'nin ve AB'nin ekonomik bilgiçlik havaları ve Guru Sanayii yerle bir oldu… Herkes 'Kelin ilacı olsa kendi başına sürerdi' diyerek terk etti ABD ve AB gurularının pek çoğunu… Şimdi de AB'nin o çok övündüğü sağlık denetim sistemi çatırdıyor…
Her ne kadar algılama yönetimi açısından bir 'mazhariyet' vasfını çoktan kaybetmiş olsa da, hâlâ 'Monden Avrupalı' algısını yukarıya çeken kavramlardan biri olan 'kalite' anlamını yitiriyor...
Avrupa kalitesiz gıda ürünleri haberleri ile çalkalanıyor… İngiltere'nin perakende zinciri Tesco'dan sonra, kalite güvence sistemlerinde dünyaya örnek gösterilen Nestle'nin de başı dertte. Belki kendisi değil ancak alt yüklenicileri 'çakılmış' durumdalar… Güney Amerika'dan gelen at etleriyle hazırlanan lazanya ve tortellini türü hazır yemeklerde ortaya çıkan skandal Nestle'nin canını yakmış.
Ancak çok akıllı bir iletişim ve kriz yönetimi manevrasıyla hasarı minimalize etme başarısını gösterdiklerini söyleyebiliriz. 1. Başkaları fark etmeden kendileri iki ürünlerinde at eti dna'sına rastladıklarını açıklamışlar. 2. Hangi maddi hasara yol açacağına bakmadan, bunları toplatmaya (mesleki deyişle geri çağırmaya) karar vermişler. 3. Bundan sonrasında tüm müşteri ve tüketicilerine takip ve sorumlu davranış garantisi vermişler…
Çıkaracak ders çok… Herkese, özellikle de bize 'medeniyet' dersi vermeye kalkan Batı ne geçmişi (Bkz. Lincoln ve Django adlı filmler ve Schindler'in Listesi gibi daha niceleri) ne de bugünü ile (bkz. Sayısız maddî ve manevî skandallar) kasılacak, hava basacak durumda değildir… Öte yandan kapitalist kültürün en sofistike ürünü olan iletişimi çok iyi bilmektedir… Çömlek patlayıncaya kadar her yol mubahtır gelişmiş (!) Batı'da. Ancak patladı mı da, hatanın üzerini örtmez, saklamaz, saklanmaz. 'Olmamış, yaşanmamış' gibi davranmaz. 'Mış' gibi yapmaz. Marka ruhunu örseletmemek için aşırı çaba harcar. İletişimi masraf kapısı olarak değil, yatırım aracı olarak görür…
Örnek ortada… Nestle'yi eleştirmeli miyiz yoksa, duyarlı davranışı için kutlamalı mıyız? Belki ikisi de değil. Ancak iletişimi adam gibi yönettiği için takdir etmeliyiz… Aynı yaklaşım 'at ve domuz eti krizinden' etkilenen diğer 'aktörler' için söz konusu olabilir mi? Bence hayır…
Netlik arzusu...
Çayçımız bir arkadaşımıza demiş ki:
'Süpersiniz. Dahili telefonda hiç kem küm etmeden 'Çay istiyorum' diye net söylüyorsunuz. Telefonu açtıktan sonra ne istediğine karar vermeye çalışan arkadaşlarımız, hem kendilerini hem bizi oyalıyorlar.'
Netlik arzusu, verimliliğin ilk koşullarından biri. Ne istediğini bilmekten başlayarak öncelikleri sonralıklardan ayırdedebilme maharetine sahip olabilmeye ve bilgiyi kendine saklamadan ilgili kişilerle zamanında paylaşmaya kadar süreçleri sonuçlandırmanın pek çok adımı var.
Kaç kişiyi gereksiz yere meşgul ettiğimizin farkında mıyız? Asıl meşgul olması gerekenlerin de bir anda 'hadi yapın da görelim' moduna geçiyor olmalarına ne demeli?
Evlerinde, işlerinde hiç olmazsa verimli çalışmanın iç huzurunu duymak isteyenlerin, öncelikle bir 'sadeleştirme'ye ihtiyaçlarının olup olmadığını kendilerine sormalarında yarar var. Ehemle mühimi ayırd etmekten söz ediyorum. Netlik ayarı yapmak, herkese iyi gelebilir. Hele de iş, ilişki ve iletişimi yönetirken…