Bin Ladin olayı ''''canlı yayında''''…09.02.2013
Son aylarda gördüğüm en iyi yapılmış filmlerden biri.
Zero Dark Thirty'yi mutlaka izlemelisiniz. İbreti âlem için ya da sadece Usame Bin Ladin'i öldürmek için ABD'nin ve CIA'in 10 yıl süreyle neler yaptığını 'yaşamak' adına değil, şu sıra ABD'nin yeniden körüklediği İslamofobi furyasının (Argo) en iyi yapılmış en rafine filmlerinden birine tanıklık etmek adına…
O kadar iyi yapılmış ki, sizde bir belgesel izlediğiniz algısını dört dörtlük yaşatacağından hiç şüpheniz olmasın. Klasik Hollywood sinemasının ve 'dramatik' sanatın en çağdaş uygulamalarından biriyle karşı karşıya kaldığınızı anlamak için, sık sık etrafınıza bakıp aslında baştan sona bir kurguyla, aynı Argo'da olduğu gibi ABD'nin Vietnam, Irak ve Afganistan'da zedelenen gururunun 'okşanmasına' ilişkin girişim örneklerinden biriyle karşı karşıya olduğunuzu kendinize tekrarlamanız gerekebilir… Bizim dörtlü skalaya 'En iyi yapılmış kötü film' türünden girip birinci sıraya yerleşebilir (Belki de Rambo'nun hemen arkasına, ikinci sıraya)…
Filmin yönetmeni Kathryn Bigelow konusu Irak'ta geçen önceki sinema filmi Hurt Locker ile biri 2010 Oscar'ı olmak üzere tam 40 ödül toplamıştı. Hollywood halis vatan evlatlarını asla yalnız bırakmaz. Şimdiden irili ufaklı pek çok ödülü toplamış olan Zero Dark Thirty de Oscar'a aday… En az bir heykelcik kapmazsa, ben de bu işten hiç anlamıyorum…
Doğulu kadın ya, ille horlanması lazım…
CNN International'da yayınlanan Leading Women programına konuk olan Güler Sabancı hanımefendi, 'İş hayatında kadın olarak ayrımcılığa uğradınız mı?' sorusuna şöyle yanıt vermiş:
'Ayrımcılık sadece benim ülkemde yok. Londra'da Bankacılar Kulübü vardı. Orada öğle yemeği yemek istemiştim. Olmaz demişlerdi. 1985'te İngiltere'de hiç mi kadın bankacı yoktu? Eminim vardı. Ama Bankacılar Kulübü'ne girmelerine izin verilmiyordu'.
Ayrımcılara karşı kim olursa olsun 'adrese teslim atış' yapabilmek için insanın kartvizitinizde 'Güler Sabancı' yazması gerekmez. Biraz özgüven yetebilir. Türkiye'deki kadın hakları ihlalinin iletişimini yapma konusunda Batılılarla adeta yarış eden yarı aydınlarımızın karşısında, Batı tarafından en çok ödülle donatılmış Güler Hanım'ın tavrı bazılarımıza bu anlamda ders olabilir.
Ne yazık ki Güler Hanım'ın tavrı çok yaygın değildir aydınlarımız arasında. Ezikliğimiz diz boyudur. 'Yaranma' güdüsü ve aşağılık komleksiyle kendimizi yerden yere çalma, aşağılama konusunda şampiyonluğu kimseye bırakmayız. Batı, kadınına karşı genelde bizden çok daha fazla hoyrat (rafine bir hoyratlıktan söz ediyorum) davranırken, biz münferit olayları büyütüp, değer sistemimizdeki kadının yerini unutup, 'master'ımıza yaranmak adına, veryansın ederiz kendimize…
Bu nedenle Batı'ya karşı saygın ve tutarlı bir duruş sergileme her babayiğidin harcı olmuyor ne yazık ki…
Güler Hanım'ın yanıtı, bu çerçeveden bakıldığında önemli bir duruşun altını çizmektedir.
Ben kendisine bir teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum.
İsveçli general de nerden çıktı şimdi?..
Ne güzel idare ediyorlardı… 'Bak İsveç'e, Danimarka'ya… Orada asker hiç konuşuyor mu?' falan…
Ben de buna karşı bir savunma sistemi geliştirmiştim. Yanıldım mı acaba?..
Bizim Silahlı Kuvvetler'le ilgili analizlerde her zaman dikkati Kuzey ülkelerine çekmişimdir. Öyle ya, onları tehdit eden komşuları yoktu. Jeopolitik konumları bizimle karşılaştırılmalarına engeldi. Onlar tehdit altında olmadıkları için de ordularını elbette bizden çok farklı konumlandırmaları mümkündü. Onların ordu konusundaki demokratik ve liberal yaklaşımı bize örnek olamazdı… Biz güçlü, morali yüksek bir Silahlı Kuvvetler'e sahip olmalı, ordumuzu el üstünde tutmalıydık.
Hep bunu söyleyip durduk.
Oysa İsveç Genelkurmay Başkanı Sverker Göranson'un birkaç gün önce yaptığı açıklama, işlerin pek de göründüğü gibi olmayabileceğine işaret ediyordu. General Göranson'un, olası bir saldırıda Rusya'nın 1 hafta içinde 'ülkesini bitireceği' yönündeki açıklamaları İsveç'te büyük tartışmalara neden oldu. Beni de şaşırttı doğrusu… Bir de İsveç Savcılığı, 'devlet sırrını açıkladığı' gerekçesiyle Göranson'ın cezalandırılmasını talep etmesin mi?.. Buyurun cenaze namazına…
Göranson, aslında İsveç'in NATO üyeliğinin önemine işaret etmiş. 'Biz hiç bir zaman kendi başımıza Rusya'yı yenemeyiz. NATO veya ABD'ye ihtiyacımız var' demiş.
Silahlı Kuvvetlerimizin küçülmesine hatta gereksizliğine vurgu yapan, ordumuzu itibarsızlaştırmak için yırtınan ve bu iddialarını da klişeleşmiş 'İsveç demokrasisi' geyiğine dayandıran vatandaşların dikkatine sunulur…
Reklam iyi de ürün nerede?
Önüme gelene soruyorum: 'Hiç aranızda bir Odeobank şubesi gören var mı?'
Tahmin etmiştim… Yokmuş…
'Olması gerekmez ki, belki portföy bankacılığı ya da kurumsal bankacılık yapıyorlardır'…
Tamam da o zaman o reklamlar niye? En geniş halk kitlesini hedefleyen, Hülya Avşar gibi büyük bir starla o kadar yaygın ve tüm kesimlere yönelik reklamın anlamı, konsepti, stratejisi ne?
Aymar'ın ilk piyasaya çıktığında yaptığı reklamgeldi aklıma. Türünde ilkti. Tavaya kırılan bir yumurtanın yakın plan pişme görüntüsü… Ağzımız sulanmış, ertesi gün hepimiz marketlere seyirtmiştik… Ama o ne!.. Aymar yok… Dağıtım yetişmemiş. İyi mi?..
Güneş gazetesi… İlk çıkarken aylarca önce teaser'le başlamıştı… 'Güneşi biliyorum. Güneşi bekliyorum...' İlk kez 2 gazete verilecekti. Güneş 2 tek başına bir magazin gazetesi hüviyetinde olacaktı. Başında da benim Hey'den yazı işleri müdürüm (rahmetli) Yener Süsoy olacaktı. Reklamlarla yıkıldı ortalık… O gün geldi nihayet… Ama o da ne?.. Güneş 2 baskısı yetişmediği için gazetenin yanında verilememişti… Ben görmedim. Göreniniz olursa haber verin. Gidip bakalım. Filmdeki gibi mi şube… Kampanya gayet iyi de, Banka yok ortada…
Zero Dark Thirty'yi mutlaka izlemelisiniz. İbreti âlem için ya da sadece Usame Bin Ladin'i öldürmek için ABD'nin ve CIA'in 10 yıl süreyle neler yaptığını 'yaşamak' adına değil, şu sıra ABD'nin yeniden körüklediği İslamofobi furyasının (Argo) en iyi yapılmış en rafine filmlerinden birine tanıklık etmek adına…
O kadar iyi yapılmış ki, sizde bir belgesel izlediğiniz algısını dört dörtlük yaşatacağından hiç şüpheniz olmasın. Klasik Hollywood sinemasının ve 'dramatik' sanatın en çağdaş uygulamalarından biriyle karşı karşıya kaldığınızı anlamak için, sık sık etrafınıza bakıp aslında baştan sona bir kurguyla, aynı Argo'da olduğu gibi ABD'nin Vietnam, Irak ve Afganistan'da zedelenen gururunun 'okşanmasına' ilişkin girişim örneklerinden biriyle karşı karşıya olduğunuzu kendinize tekrarlamanız gerekebilir… Bizim dörtlü skalaya 'En iyi yapılmış kötü film' türünden girip birinci sıraya yerleşebilir (Belki de Rambo'nun hemen arkasına, ikinci sıraya)…
Filmin yönetmeni Kathryn Bigelow konusu Irak'ta geçen önceki sinema filmi Hurt Locker ile biri 2010 Oscar'ı olmak üzere tam 40 ödül toplamıştı. Hollywood halis vatan evlatlarını asla yalnız bırakmaz. Şimdiden irili ufaklı pek çok ödülü toplamış olan Zero Dark Thirty de Oscar'a aday… En az bir heykelcik kapmazsa, ben de bu işten hiç anlamıyorum…
Doğulu kadın ya, ille horlanması lazım…
CNN International'da yayınlanan Leading Women programına konuk olan Güler Sabancı hanımefendi, 'İş hayatında kadın olarak ayrımcılığa uğradınız mı?' sorusuna şöyle yanıt vermiş:
'Ayrımcılık sadece benim ülkemde yok. Londra'da Bankacılar Kulübü vardı. Orada öğle yemeği yemek istemiştim. Olmaz demişlerdi. 1985'te İngiltere'de hiç mi kadın bankacı yoktu? Eminim vardı. Ama Bankacılar Kulübü'ne girmelerine izin verilmiyordu'.
Ayrımcılara karşı kim olursa olsun 'adrese teslim atış' yapabilmek için insanın kartvizitinizde 'Güler Sabancı' yazması gerekmez. Biraz özgüven yetebilir. Türkiye'deki kadın hakları ihlalinin iletişimini yapma konusunda Batılılarla adeta yarış eden yarı aydınlarımızın karşısında, Batı tarafından en çok ödülle donatılmış Güler Hanım'ın tavrı bazılarımıza bu anlamda ders olabilir.
Ne yazık ki Güler Hanım'ın tavrı çok yaygın değildir aydınlarımız arasında. Ezikliğimiz diz boyudur. 'Yaranma' güdüsü ve aşağılık komleksiyle kendimizi yerden yere çalma, aşağılama konusunda şampiyonluğu kimseye bırakmayız. Batı, kadınına karşı genelde bizden çok daha fazla hoyrat (rafine bir hoyratlıktan söz ediyorum) davranırken, biz münferit olayları büyütüp, değer sistemimizdeki kadının yerini unutup, 'master'ımıza yaranmak adına, veryansın ederiz kendimize…
Bu nedenle Batı'ya karşı saygın ve tutarlı bir duruş sergileme her babayiğidin harcı olmuyor ne yazık ki…
Güler Hanım'ın yanıtı, bu çerçeveden bakıldığında önemli bir duruşun altını çizmektedir.
Ben kendisine bir teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum.
İsveçli general de nerden çıktı şimdi?..
Ne güzel idare ediyorlardı… 'Bak İsveç'e, Danimarka'ya… Orada asker hiç konuşuyor mu?' falan…
Ben de buna karşı bir savunma sistemi geliştirmiştim. Yanıldım mı acaba?..
Bizim Silahlı Kuvvetler'le ilgili analizlerde her zaman dikkati Kuzey ülkelerine çekmişimdir. Öyle ya, onları tehdit eden komşuları yoktu. Jeopolitik konumları bizimle karşılaştırılmalarına engeldi. Onlar tehdit altında olmadıkları için de ordularını elbette bizden çok farklı konumlandırmaları mümkündü. Onların ordu konusundaki demokratik ve liberal yaklaşımı bize örnek olamazdı… Biz güçlü, morali yüksek bir Silahlı Kuvvetler'e sahip olmalı, ordumuzu el üstünde tutmalıydık.
Hep bunu söyleyip durduk.
Oysa İsveç Genelkurmay Başkanı Sverker Göranson'un birkaç gün önce yaptığı açıklama, işlerin pek de göründüğü gibi olmayabileceğine işaret ediyordu. General Göranson'un, olası bir saldırıda Rusya'nın 1 hafta içinde 'ülkesini bitireceği' yönündeki açıklamaları İsveç'te büyük tartışmalara neden oldu. Beni de şaşırttı doğrusu… Bir de İsveç Savcılığı, 'devlet sırrını açıkladığı' gerekçesiyle Göranson'ın cezalandırılmasını talep etmesin mi?.. Buyurun cenaze namazına…
Göranson, aslında İsveç'in NATO üyeliğinin önemine işaret etmiş. 'Biz hiç bir zaman kendi başımıza Rusya'yı yenemeyiz. NATO veya ABD'ye ihtiyacımız var' demiş.
Silahlı Kuvvetlerimizin küçülmesine hatta gereksizliğine vurgu yapan, ordumuzu itibarsızlaştırmak için yırtınan ve bu iddialarını da klişeleşmiş 'İsveç demokrasisi' geyiğine dayandıran vatandaşların dikkatine sunulur…
Reklam iyi de ürün nerede?
Önüme gelene soruyorum: 'Hiç aranızda bir Odeobank şubesi gören var mı?'
Tahmin etmiştim… Yokmuş…
'Olması gerekmez ki, belki portföy bankacılığı ya da kurumsal bankacılık yapıyorlardır'…
Tamam da o zaman o reklamlar niye? En geniş halk kitlesini hedefleyen, Hülya Avşar gibi büyük bir starla o kadar yaygın ve tüm kesimlere yönelik reklamın anlamı, konsepti, stratejisi ne?
Aymar'ın ilk piyasaya çıktığında yaptığı reklamgeldi aklıma. Türünde ilkti. Tavaya kırılan bir yumurtanın yakın plan pişme görüntüsü… Ağzımız sulanmış, ertesi gün hepimiz marketlere seyirtmiştik… Ama o ne!.. Aymar yok… Dağıtım yetişmemiş. İyi mi?..
Güneş gazetesi… İlk çıkarken aylarca önce teaser'le başlamıştı… 'Güneşi biliyorum. Güneşi bekliyorum...' İlk kez 2 gazete verilecekti. Güneş 2 tek başına bir magazin gazetesi hüviyetinde olacaktı. Başında da benim Hey'den yazı işleri müdürüm (rahmetli) Yener Süsoy olacaktı. Reklamlarla yıkıldı ortalık… O gün geldi nihayet… Ama o da ne?.. Güneş 2 baskısı yetişmediği için gazetenin yanında verilememişti… Ben görmedim. Göreniniz olursa haber verin. Gidip bakalım. Filmdeki gibi mi şube… Kampanya gayet iyi de, Banka yok ortada…