Bir özgüven seyahati…
Dışişleri Bakanlığı basın müşaviri Osman Sert Salı günü aradı: 'Yarın Londra'ya gidiyoruz. Sayın Bakan sizi de davet etmek istiyor.' Vize, pasaport falan var mı, diye sormamış olduğunu sonradan fark ettim. Nasıl çalıştıklarına tanık olunca, bazı kavramların Bakan'ın etrafındaki zıpkın gibi kadro için farklı anlamlar taşıyabildiğini de anlamış oldum. Çalışma saati, kriz, sorun, seyahat, yakınma…
Program hayli ilginçti. Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu, İngiltere Dışişleri Bakanı'nın başkanlık ettiği Yemen'in Dostları Grubu toplantısına katılacak, sonra London School of Economics'te (LSE) bir konferans verecek, Osmanlı ailesinden geniş bir grupla yemek yenecek, bir sonraki gün de sabah İngiliz basını ile kahvaltı edildikten sonra, aynı günün akşamı İstanbul'da bir başka ülkenin Dışişleri Bakanı ile 'iş yemeğine' yetişilecekti…
Ahmet Bey, beni nasıl bir geziye davet edeceğini çok iyi bilmişti… Hem efsane okul LSE'de son derece duygulandım, gururlandım; hem de akşam Londra Büyükelçisi'nin rezidansında verdiği geniş katılımlı yemekte.
LSE'de Bakan'ı, toplantıyı da yöneten Prof. Şevket Pamuk takdim etti. Öncelikle Orhan Pamuk'un ağabeyi olarak akla geliyor; oysa Şevket hocanın nasıl da değerli bir bilim adamı olduğunu internette biraz dolaştınız mı, hemen görüyorsunuz. İletişimin cilvesi, diyelim.
Salon tıklım tıklım doluydu. Ahmet Davutoğlu'nun sık sık alkışlarla kesilen konuşmasının başlığı şöyleydi: 'Dünya politikalarında dönüşüm: Küresel ve bölgesel düzenin önündeki meseleler'… Mutlaka yayınlanacaktır. Konuşmasından şu notları aldım:
*Fukuyama'nın 'tarih bitti' iddiasının duyulduğu günlerde, 'tersine tarih daha hızlı akacaktır' diye yazmıştım. Olaylar bizi haklı çıkardı…
*30 Yıl Savaşları, Napolyon'un Avrupa'da ilerleyişi, 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı; bu büyük toplumsal çalkantılardan sonra dünya düzenini etkileyen önemli kırılma noktaları ortaya çıkmıştır. Büyük anlaşmalar, uluslar arası organizasyonlar gibi. Peki, Soğuk Savaş sonrası ne olmuştur? İşte şu sıra dünyada yaşanan kırılma noktalarının, transformasyonun işaretleri, Soğuk Savaş sonrası dönemde verilmiştir...
*Birleşmiş Milletler bu transformasyonu yaşayan yeni dünya düzeninin ihtiyaçlarına cevap verememektedir… BM'deki üye ülkelerin iradesi mi belirlemektedir kararları yoksa veto hakkına sahip, ayrıcalıklı 5 daimi üye ülke (Fransa, İngiltere, Rusya, Çin, ABD) mi?...
*Filistin'in üyeliğe alınma sürecinde 138 ülke 'evet' dedi, 9 ülke 'hayır' dedi. Peki sonuç?… Olaylar 138 ülkenin iradesine göre mi tecelli ediyor, yoksa 5 ülkenin mi?.. Benzer bir durum Suriye konusunda yaşanıyor. Karar, kahir çoğunlukla (135) alındı. İki yıldır insanlar katlediliyor orada...
*BM bugün önündeki siyasi meseleleri çözmek için gerekli olan adımları atamıyor, ihtiyaca yanıt veremiyor… Benzer bir durum Bosna Hersek'te yaşandı… BM, 3 yıl somut bir yanıt veremedi… Eminim bundan 5-10 yıl sonraki BM Genel Sekreteri Suriye halkından özür dileyecektir…
*Birkaç 5 yıldızlı otelde yenen yemeklerle eğer Somali halkının bir yıllık gıda ihtiyacı karşılanabiliyorsa, buna izin veren uluslar arası düzen nasıl ayakta kalabilir ki?... Dünya düzeni sadece bir grubun kültüründen bakılarak tesis edilemez artık. Otantik kültürler dikkate alınmadan hiçbir çözüm üretilemez. İşi Yunan medeniyetinden başlatıp Hegel'e Marx'a getirip, sonra da 'tarih bitti', derseniz işin içinden çıkamazsınız… Nerede Çin medeniyeti? Hindistan? Bu paradigma varlığını sürdürebilir mi?..
*Eğer tarih son bulacaksa –ki buna ben ihtimal vermiyorum- bu ancak, olaya tüm kültürlerin katılmasıyla gerçekleşebilir, sadece bir tek kültürün egemenliğinde böyle bir değişim ortaya çıkamaz…
*Eğer Avrupa önümüzdeki dönemde ekonomik rekabetçiliği korumak ve geliştirmek; jeopolitik oyunun içinde olmak ve dünyadan kopmamak, kültürel bütünlüğü yakalamak istiyorsa Doğu'nun, Çin'in Hindistan'ın yolunu bulmalıdır. Bu yolun anahtarı Türkiye'dir… (Bu müthiş analiz bana rahmetli Halit Refiğ'i hatırlattı ve o bazı 'ecnebi' Türk aydınımızın gülüp geçtiği kitabını: 'Tek Umut Türkiye'…)
*Tarih bu hızla akarken siz yavaş hareket edemezsiniz. Bugün, örneğin yakın coğrafyamızda herhangi bir kriz olsa, arkadaşlarım bir saat içinde bütün bilgileri toplarlar. Ondan sonraki bir saat içinde gerekli görüş taslağını oluşturur, Sayın Başbakan'a ve duruma göre Sayın Cumhurbaşkanı'na sunarız. Onlarla bir saat içinde kararı somutlaştırırız. O sırada uçağım beklemektedir. 20 dakikada havaalanındayımdır. Yani Türkiye, sürece çözüm önerileriyle en geç 6-7 saat içinde krize müdahil olma durumundadır…
*Benim çalıştığım bir kütüphanem var. Ne yazık ki artık ayda bir uğrayabiliyorum. Geçenlerde kızımı da götürdüm. Ben kitaplara dalmışım. Birden yan salondan gelen sesiyle irkildim. 'Baba! Bu ne?' Gidip baktım ki, benim daktilo... 25 sene önce doktora tezimi yazdığım daktilo. Şunun şurasında 25 yıl… Doktora tezimi Mısır'da yazmıştım. O daktilo ile. O zaman Mübarek vardı. Sonra bilgisayar gelişti. Hâlâ Mübarek vardı. Yazılımlar, yeni aletler çıktı, hâlâ Mübarek iktidardı. Facebook çıktı Mübarek oradaydı… Ancak Twitter'e dayanamadı galiba…
*Altı ilkemizden biri olan 'Komşularla sıfır problem' derken biz bilmiyor muyuz, aynı evdeki iki kardeşin bile aralarında sorun yaşayabildiklerini. Ancak mesele, bir niyet ve kültür meselesidir… Tarihi ve kültürü ile Avrupa'nın bir parçası olan Türkiye dikkate alınmadan, ne küresel düzen tesis edilebilir, ne de bölgesel…
Ahmet Davutoğlu'nun LSE'deki söylediklerinden benim aklımda kalan bunlar. Akşamki yemekte ise (Ben, -kendilerini öyle anmasalar da- şehzadelerden birinin yanında oturuyordum) pek çok kişi göz yaşlarını tutamadı. Bakan üç davetten söz etti ve bir de vaatte bulundu:
'Her yıl 29 Mayıs'ta İstanbul'a davet edelim sizi. Bütün aile teşrif edin. Sonra sizi dedelerinizin yaşadığı yerlere götürüp, oraları ziyaret etmenizi sağlayalım. Sonra da Şeb-i Aruz törenlerine buyurun… Galiba bazılarınıza geçmişte vatandaşlık verilmemiş. Biz hepinize kimliğinizi vereceğiz…'
Yüzlerce yıl yedi düvele hükmetmiş, insanlık kültür mirası önemli katma değerler getirmiş bir imparatorluğun ahvadına ödenen bu vefa borcuna tanıklık etmiş olmak, çok özel bir duygu yaşattı hepimize…
İngiliz basınına önemli mesajların verildiği basın toplantısından ayrılıp havaalanına doğru giderken 'Aslında 'Kamu Diplomasi' işte bu…' diye düşündüm, 'Adını böyle koymuyordu belki ama, Yemen toplantısı hariç Bakan, doğrudan 'ülkelerin halklarını' bilgilendirme ve gerçekler yönünde etkilemeye yönelik bir iletişim projesi yönetiyordu.'
Türkiye'nin, hadi herkesi dahil etmeyeyim, en azından benim ve yakınımdaki pek çok eş, dostun ne kadar çok ihtiyacı varmış Sayın Davutoğlu'nun tüm seyahat boyunca defalarca altını çizdiği 'ulusal özgüvene'…
İyi geldi… Yorgunluğa değdi…
Mercedes iletişim atağında
Mercedes-Benz Türkiye'den ardı ardına iletişim projeleri duyar olduk. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) ile birlikte, anlamlı bir ifadeyle 'trafiğin en savunmasız katılımcıları olan çocuklara' yönelik bir eğitim programı başlatmışlardı. Şubat 2013'den itibaren Trafik Ateşböceği 'Çocuklar Yollarda' sloganıyla Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde ilköğretim çağındaki çocuklara trafik eğitimi veriyorlar. Web sitelerindeki şu bilgi dikkat çekici:
'Çocukları olası tehlikelere karşı yaşlarına uygun bir yaklaşımla bilinçlendirmek ve güvenliklerini sağlamak üzere bugüne kadar Almanya, Hindistan, Malezya, İsrail, İtalya, Çin ve Macaristan'da uygulanan MobileKids projesiyle 1,3 milyon çocuğa ulaşıldı.'
Dün de Nazlı Soylu ve Tuğçe Ergun hanımefendilerin imzalayarak gönderdikleri davetiye ile Mercedes Benz Fashion Week'den haberdar olduk:
'Mercedes-Benz, sponsorluğunu üstlendiği dünya çapındaki moda organizasyonlarının arasına İstanbul'u da ekledi. IMG Fashion tarafından yürütülen New York, Miami, Berlin, Sidney, Moskova ve Tokyo Moda Haftaları ile Zürih ve Sidney Moda Günleri'nin isim sponsoru olan Mercedes-Benz, bu etkinlikleriyle global bir moda platformunun sahibi olarak öne çıkıyor.'
Otomobil alımlarında kadınların etkisi küçümsenmez. Birinci projede çocukların sağlığı, ikinci projede ise şıklık talebi üzerinden kadınları 'hedeflemek' Mercedes'e yakışmış. Tutarlık, yaratıcılık ve sürdürülebilirlik iletişimin kritik başarı faktörleridir. Üçü de var bu iki projede…
Program hayli ilginçti. Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu, İngiltere Dışişleri Bakanı'nın başkanlık ettiği Yemen'in Dostları Grubu toplantısına katılacak, sonra London School of Economics'te (LSE) bir konferans verecek, Osmanlı ailesinden geniş bir grupla yemek yenecek, bir sonraki gün de sabah İngiliz basını ile kahvaltı edildikten sonra, aynı günün akşamı İstanbul'da bir başka ülkenin Dışişleri Bakanı ile 'iş yemeğine' yetişilecekti…
Ahmet Bey, beni nasıl bir geziye davet edeceğini çok iyi bilmişti… Hem efsane okul LSE'de son derece duygulandım, gururlandım; hem de akşam Londra Büyükelçisi'nin rezidansında verdiği geniş katılımlı yemekte.
LSE'de Bakan'ı, toplantıyı da yöneten Prof. Şevket Pamuk takdim etti. Öncelikle Orhan Pamuk'un ağabeyi olarak akla geliyor; oysa Şevket hocanın nasıl da değerli bir bilim adamı olduğunu internette biraz dolaştınız mı, hemen görüyorsunuz. İletişimin cilvesi, diyelim.
Salon tıklım tıklım doluydu. Ahmet Davutoğlu'nun sık sık alkışlarla kesilen konuşmasının başlığı şöyleydi: 'Dünya politikalarında dönüşüm: Küresel ve bölgesel düzenin önündeki meseleler'… Mutlaka yayınlanacaktır. Konuşmasından şu notları aldım:
*Fukuyama'nın 'tarih bitti' iddiasının duyulduğu günlerde, 'tersine tarih daha hızlı akacaktır' diye yazmıştım. Olaylar bizi haklı çıkardı…
*30 Yıl Savaşları, Napolyon'un Avrupa'da ilerleyişi, 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı; bu büyük toplumsal çalkantılardan sonra dünya düzenini etkileyen önemli kırılma noktaları ortaya çıkmıştır. Büyük anlaşmalar, uluslar arası organizasyonlar gibi. Peki, Soğuk Savaş sonrası ne olmuştur? İşte şu sıra dünyada yaşanan kırılma noktalarının, transformasyonun işaretleri, Soğuk Savaş sonrası dönemde verilmiştir...
*Birleşmiş Milletler bu transformasyonu yaşayan yeni dünya düzeninin ihtiyaçlarına cevap verememektedir… BM'deki üye ülkelerin iradesi mi belirlemektedir kararları yoksa veto hakkına sahip, ayrıcalıklı 5 daimi üye ülke (Fransa, İngiltere, Rusya, Çin, ABD) mi?...
*Filistin'in üyeliğe alınma sürecinde 138 ülke 'evet' dedi, 9 ülke 'hayır' dedi. Peki sonuç?… Olaylar 138 ülkenin iradesine göre mi tecelli ediyor, yoksa 5 ülkenin mi?.. Benzer bir durum Suriye konusunda yaşanıyor. Karar, kahir çoğunlukla (135) alındı. İki yıldır insanlar katlediliyor orada...
*BM bugün önündeki siyasi meseleleri çözmek için gerekli olan adımları atamıyor, ihtiyaca yanıt veremiyor… Benzer bir durum Bosna Hersek'te yaşandı… BM, 3 yıl somut bir yanıt veremedi… Eminim bundan 5-10 yıl sonraki BM Genel Sekreteri Suriye halkından özür dileyecektir…
*Birkaç 5 yıldızlı otelde yenen yemeklerle eğer Somali halkının bir yıllık gıda ihtiyacı karşılanabiliyorsa, buna izin veren uluslar arası düzen nasıl ayakta kalabilir ki?... Dünya düzeni sadece bir grubun kültüründen bakılarak tesis edilemez artık. Otantik kültürler dikkate alınmadan hiçbir çözüm üretilemez. İşi Yunan medeniyetinden başlatıp Hegel'e Marx'a getirip, sonra da 'tarih bitti', derseniz işin içinden çıkamazsınız… Nerede Çin medeniyeti? Hindistan? Bu paradigma varlığını sürdürebilir mi?..
*Eğer tarih son bulacaksa –ki buna ben ihtimal vermiyorum- bu ancak, olaya tüm kültürlerin katılmasıyla gerçekleşebilir, sadece bir tek kültürün egemenliğinde böyle bir değişim ortaya çıkamaz…
*Eğer Avrupa önümüzdeki dönemde ekonomik rekabetçiliği korumak ve geliştirmek; jeopolitik oyunun içinde olmak ve dünyadan kopmamak, kültürel bütünlüğü yakalamak istiyorsa Doğu'nun, Çin'in Hindistan'ın yolunu bulmalıdır. Bu yolun anahtarı Türkiye'dir… (Bu müthiş analiz bana rahmetli Halit Refiğ'i hatırlattı ve o bazı 'ecnebi' Türk aydınımızın gülüp geçtiği kitabını: 'Tek Umut Türkiye'…)
*Tarih bu hızla akarken siz yavaş hareket edemezsiniz. Bugün, örneğin yakın coğrafyamızda herhangi bir kriz olsa, arkadaşlarım bir saat içinde bütün bilgileri toplarlar. Ondan sonraki bir saat içinde gerekli görüş taslağını oluşturur, Sayın Başbakan'a ve duruma göre Sayın Cumhurbaşkanı'na sunarız. Onlarla bir saat içinde kararı somutlaştırırız. O sırada uçağım beklemektedir. 20 dakikada havaalanındayımdır. Yani Türkiye, sürece çözüm önerileriyle en geç 6-7 saat içinde krize müdahil olma durumundadır…
*Benim çalıştığım bir kütüphanem var. Ne yazık ki artık ayda bir uğrayabiliyorum. Geçenlerde kızımı da götürdüm. Ben kitaplara dalmışım. Birden yan salondan gelen sesiyle irkildim. 'Baba! Bu ne?' Gidip baktım ki, benim daktilo... 25 sene önce doktora tezimi yazdığım daktilo. Şunun şurasında 25 yıl… Doktora tezimi Mısır'da yazmıştım. O daktilo ile. O zaman Mübarek vardı. Sonra bilgisayar gelişti. Hâlâ Mübarek vardı. Yazılımlar, yeni aletler çıktı, hâlâ Mübarek iktidardı. Facebook çıktı Mübarek oradaydı… Ancak Twitter'e dayanamadı galiba…
*Altı ilkemizden biri olan 'Komşularla sıfır problem' derken biz bilmiyor muyuz, aynı evdeki iki kardeşin bile aralarında sorun yaşayabildiklerini. Ancak mesele, bir niyet ve kültür meselesidir… Tarihi ve kültürü ile Avrupa'nın bir parçası olan Türkiye dikkate alınmadan, ne küresel düzen tesis edilebilir, ne de bölgesel…
Ahmet Davutoğlu'nun LSE'deki söylediklerinden benim aklımda kalan bunlar. Akşamki yemekte ise (Ben, -kendilerini öyle anmasalar da- şehzadelerden birinin yanında oturuyordum) pek çok kişi göz yaşlarını tutamadı. Bakan üç davetten söz etti ve bir de vaatte bulundu:
'Her yıl 29 Mayıs'ta İstanbul'a davet edelim sizi. Bütün aile teşrif edin. Sonra sizi dedelerinizin yaşadığı yerlere götürüp, oraları ziyaret etmenizi sağlayalım. Sonra da Şeb-i Aruz törenlerine buyurun… Galiba bazılarınıza geçmişte vatandaşlık verilmemiş. Biz hepinize kimliğinizi vereceğiz…'
Yüzlerce yıl yedi düvele hükmetmiş, insanlık kültür mirası önemli katma değerler getirmiş bir imparatorluğun ahvadına ödenen bu vefa borcuna tanıklık etmiş olmak, çok özel bir duygu yaşattı hepimize…
İngiliz basınına önemli mesajların verildiği basın toplantısından ayrılıp havaalanına doğru giderken 'Aslında 'Kamu Diplomasi' işte bu…' diye düşündüm, 'Adını böyle koymuyordu belki ama, Yemen toplantısı hariç Bakan, doğrudan 'ülkelerin halklarını' bilgilendirme ve gerçekler yönünde etkilemeye yönelik bir iletişim projesi yönetiyordu.'
Türkiye'nin, hadi herkesi dahil etmeyeyim, en azından benim ve yakınımdaki pek çok eş, dostun ne kadar çok ihtiyacı varmış Sayın Davutoğlu'nun tüm seyahat boyunca defalarca altını çizdiği 'ulusal özgüvene'…
İyi geldi… Yorgunluğa değdi…
Mercedes iletişim atağında
Mercedes-Benz Türkiye'den ardı ardına iletişim projeleri duyar olduk. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) ile birlikte, anlamlı bir ifadeyle 'trafiğin en savunmasız katılımcıları olan çocuklara' yönelik bir eğitim programı başlatmışlardı. Şubat 2013'den itibaren Trafik Ateşböceği 'Çocuklar Yollarda' sloganıyla Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde ilköğretim çağındaki çocuklara trafik eğitimi veriyorlar. Web sitelerindeki şu bilgi dikkat çekici:
'Çocukları olası tehlikelere karşı yaşlarına uygun bir yaklaşımla bilinçlendirmek ve güvenliklerini sağlamak üzere bugüne kadar Almanya, Hindistan, Malezya, İsrail, İtalya, Çin ve Macaristan'da uygulanan MobileKids projesiyle 1,3 milyon çocuğa ulaşıldı.'
Dün de Nazlı Soylu ve Tuğçe Ergun hanımefendilerin imzalayarak gönderdikleri davetiye ile Mercedes Benz Fashion Week'den haberdar olduk:
'Mercedes-Benz, sponsorluğunu üstlendiği dünya çapındaki moda organizasyonlarının arasına İstanbul'u da ekledi. IMG Fashion tarafından yürütülen New York, Miami, Berlin, Sidney, Moskova ve Tokyo Moda Haftaları ile Zürih ve Sidney Moda Günleri'nin isim sponsoru olan Mercedes-Benz, bu etkinlikleriyle global bir moda platformunun sahibi olarak öne çıkıyor.'
Otomobil alımlarında kadınların etkisi küçümsenmez. Birinci projede çocukların sağlığı, ikinci projede ise şıklık talebi üzerinden kadınları 'hedeflemek' Mercedes'e yakışmış. Tutarlık, yaratıcılık ve sürdürülebilirlik iletişimin kritik başarı faktörleridir. Üçü de var bu iki projede…