Biz de MİT''''i öven filme ödül versek… Meselâ... 26.02.2013
Düşünsenize… Bizim Milli İstihbarat Teşkilati (MİT) deniz aşırı bir ülkeye (Mesela Kıbrıs Rum kesimine) operasyon düzenliyor. Talihsizlikler birbirini kovalıyor. Uçaklar düşüyor falan. Bizimkiler çuvallayıp kayıplar vererek kaçışıyorlar oradan. Sonra aradan yıllar geçiyor. Birileri,'Canım, işin aslı pek de öyle değildi. Bizim MİT'ten bir delikanlı inisiyatif kullanıp 8-9 kişiyi kaçırmıştı. Gelin bu hikâyeyi anlatalım' diyorlar. Alt yapı oturmuş teknik olarak. İstesen de kötü film yapman zor… Ortaya çıkan film Antalya'da Altın Portakal'ı silip süpürüyor. En kıymetli ödülü de Emine Erdoğan, Hayrünnisa Gül Hanım'lardan biri veriyor…
Ne yapardı bizim entelijansiya derisiniz?..
Şimdi 'En iyi film Oscarı'na lâyık görülen Argo konusunda ne yapıyorsa, onu mu? Tabii ki hayır. Bir tuhaftır bizimkiler… Frankofonluklarının ve Anglosaksonluklarının bir tuhaf olduğunu bir kez daha gördük şu son Oscarlar sırasında.
Oscar'ın ne kadar ticari başarı odaklı olduğunu, ABD sinema sanayiinin çıkarlarını her şeyin üzerinde tuttuğunu göremeyip, 'Haneke de Haneke!' diye inlemeleri, ancak 'tuhaflık' olarak tanımlanabilir'… Oscar gecesi yayınlanan programlarda bile hâlâ 'Haneke şunu da alır, bunu da alır' diye akıl yürütenlerle, 'AK Parti tabanını kaybetti, 42'lerin altına düşer' diye subjektif tahminlerde bulunanlar, aynı evde oturuyor olabilirler mi acaba?
11 Eylül'den bu yana eksikliğini duyduğu en büyük sıkıntı olarak 'haysiyet', 'milli onur – gurur', 'maneviyat' meselelerini, sanat ve edebiyatın eksenine koymuş olan ABD sinema sanayii, gidip Haneke'nin Aşkı'nı ödüle boğar mı? Yoksa Lincoln'ü mü övgüye boğar? Ya da aşkın, dostluğun filmi 'Silver Linings Playbook'u, duygusallığın zirvesi 'Life of Pi'yı mı?
Michelle Obama'nın canlı bağlantı ile çok şık bir kıyafetle çıkıp 'Argo'ya ödül vermesine de şaşırdı bu arkadaşlar… Kime verecekti? Haneke'ye mi? Ben 'Zero Dark Thirty'den de zaferler bekliyordum aslında. Ona da Başkan Obama verebilirdi mesela. Amma yakışırdı!..
Her iki film de ABD'nin yüz karası geçmişini temize çıkarmaya çalışmıyor mu? Hele de Argo… Rehineleri kurtarmak için İran'ın içine girip rezil olmuşsun. Bir hayli zayiat verip önüne baka baka uçak gemine dönmüşsün. Başkan Carter süklüm püklüm… Utancından insan içine çıkamamış. Aynı günlerde, hem Müslümanları aşağılayacak, hem CIA'ya kahramanlık hikâyesi olarak geri dönecek, hem de Carter'i kurtaracak mükemmel bir film nasıl çıkar?… İşte böyle çıkar.
Helal olsun ABD sinemasına. Kendi açılarından hem bu filmi yapmaları, hem de onu ödüllendirmeleri son derece doğrudur. Kendi içinde tutarlıdır. Tuhaf olan bizim entelijansiyanın acıklı durumudur…
Genelkurmay'dan iletişim atağı
Bazılarına 'önemsiz' bir ayrıntı gibi görünebilir. Oysa ben çok önemsiyorum. 'Kapalı kutuymuş gibi davrandığı' iddia edilen Türk Silah Kuvvetleri'nin 'Algılama Yönetimi' konusunda son derece başarılı çalışmalara imza atmaya başlamasını heyecan verici buluyorum.
Ramazan'da Eminönü'ne getirilip yerleştirilen ve iftarda ateşlenen top; genç bir teğmen kadın subayın da görüntülendiği zorlu yaz eğitimi fotoğrafı (arazide çıplak ayakla yürürken vs); F16'ların genç kadın pilotlarıyla yapılmış röportaj; Genesis Projesi çerçevesinde Yeni Şafak'ta yarım sayfa yer almış olan Deniz Kuvvetleri röportajı; tabii ki Hava Kuvetleri'nin 100'üncü yıl etkinlikleri ve 'Anadolu Kartalları' filmi ve nihayet dün basında yer almış olan lösemili delikanlının dileği ile ilgili haber…
Antalya'da yaşayan 15 yaşındaki lösemi hastası Gökhan Çon Sahil Güvenlik Komutanlığı botuna komutanlık etmeyi düşlermiş hep. Ailesi Bir Dilek Tut Derneği'ne başvuruyor. Onlar da Genelkurmay Başkanlığı'na. Gerekli izin çıkıyor ve Gökhan, çakı gibi bir yüzbaşı olup komutanlık yapıyor. TV'deki görüntüler çok etkileyiciydi.
TSK bir de şu öğrenci alım ilanlarını düzeltse, ne iyi olurdu…
Yılmaz Erdoğan çıtayı yükseltti
'Kelebeğin Rüyası'nı mutlaka gidin görün.
Türk sinemasının geldiği teknik olanaklar noktasını keşfetmek için görün. (Kameranın geminin güvertesinden kalkarak tek planda gökyüzüne yükselmesi, Batı'da standart olabilir, ancak bizim için hiç de sıradan değildir) Türkiye'nin çıkardığı James Dean, Alain Delon karışımı bir 'süper star'ı izlemek için gidin görün. 'Atmosfer nasıl yaratılır?' sanatını kavramak için; unutmaya yüz tuttuğumuz dostluk, arkadaşlık, aşk, şiir dünyasına dalmak için; Yılmaz Erdoğan'a solcu falan diye ön yargı ile bakmayıp filmi desteklemiş olan Ziraat Bankası'nı*, harikalar yaratmış olan yapım şirketi Böcek Yapım'ı alkışlamak için, biri 22 diğeri 24 yaşında vefat etmiş iki genç şaire Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'ya vefa borcu ödemek için 'Kelebeğin Rüyası'na gidin..
Bir de başına 'Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun anısına saygıyla' yazsalarmış ve de filme adını vermiş olan kelebek hikâyesinden söz ederken, en azından lafın anonim olduğuna vurgu yapılsa ve lafın Yılmaz Erdoğan'a ait olduğu algısı yaratılmasaymış, tadından geçilmezmiş**…
*Bir tebrik de M. Tayyip Uslu'nun tek kitabını yeniden yayınlayan Yapı Kredi'ye ve Rüştü Onur'un mektup ve şiirlerini ilk kez derleyip gün ışığına çıkaran Kaynak Yayınları'na.
**Bkz. Dücane Cündioğlu'nun 20.12.2009 tarihli Yeni Şafak'ta yayımlanmış olan 'Düşteyken Düş Görebilir misin?' başlıklı yazısı.
Ne yapardı bizim entelijansiya derisiniz?..
Şimdi 'En iyi film Oscarı'na lâyık görülen Argo konusunda ne yapıyorsa, onu mu? Tabii ki hayır. Bir tuhaftır bizimkiler… Frankofonluklarının ve Anglosaksonluklarının bir tuhaf olduğunu bir kez daha gördük şu son Oscarlar sırasında.
Oscar'ın ne kadar ticari başarı odaklı olduğunu, ABD sinema sanayiinin çıkarlarını her şeyin üzerinde tuttuğunu göremeyip, 'Haneke de Haneke!' diye inlemeleri, ancak 'tuhaflık' olarak tanımlanabilir'… Oscar gecesi yayınlanan programlarda bile hâlâ 'Haneke şunu da alır, bunu da alır' diye akıl yürütenlerle, 'AK Parti tabanını kaybetti, 42'lerin altına düşer' diye subjektif tahminlerde bulunanlar, aynı evde oturuyor olabilirler mi acaba?
11 Eylül'den bu yana eksikliğini duyduğu en büyük sıkıntı olarak 'haysiyet', 'milli onur – gurur', 'maneviyat' meselelerini, sanat ve edebiyatın eksenine koymuş olan ABD sinema sanayii, gidip Haneke'nin Aşkı'nı ödüle boğar mı? Yoksa Lincoln'ü mü övgüye boğar? Ya da aşkın, dostluğun filmi 'Silver Linings Playbook'u, duygusallığın zirvesi 'Life of Pi'yı mı?
Michelle Obama'nın canlı bağlantı ile çok şık bir kıyafetle çıkıp 'Argo'ya ödül vermesine de şaşırdı bu arkadaşlar… Kime verecekti? Haneke'ye mi? Ben 'Zero Dark Thirty'den de zaferler bekliyordum aslında. Ona da Başkan Obama verebilirdi mesela. Amma yakışırdı!..
Her iki film de ABD'nin yüz karası geçmişini temize çıkarmaya çalışmıyor mu? Hele de Argo… Rehineleri kurtarmak için İran'ın içine girip rezil olmuşsun. Bir hayli zayiat verip önüne baka baka uçak gemine dönmüşsün. Başkan Carter süklüm püklüm… Utancından insan içine çıkamamış. Aynı günlerde, hem Müslümanları aşağılayacak, hem CIA'ya kahramanlık hikâyesi olarak geri dönecek, hem de Carter'i kurtaracak mükemmel bir film nasıl çıkar?… İşte böyle çıkar.
Helal olsun ABD sinemasına. Kendi açılarından hem bu filmi yapmaları, hem de onu ödüllendirmeleri son derece doğrudur. Kendi içinde tutarlıdır. Tuhaf olan bizim entelijansiyanın acıklı durumudur…
Genelkurmay'dan iletişim atağı
Bazılarına 'önemsiz' bir ayrıntı gibi görünebilir. Oysa ben çok önemsiyorum. 'Kapalı kutuymuş gibi davrandığı' iddia edilen Türk Silah Kuvvetleri'nin 'Algılama Yönetimi' konusunda son derece başarılı çalışmalara imza atmaya başlamasını heyecan verici buluyorum.
Ramazan'da Eminönü'ne getirilip yerleştirilen ve iftarda ateşlenen top; genç bir teğmen kadın subayın da görüntülendiği zorlu yaz eğitimi fotoğrafı (arazide çıplak ayakla yürürken vs); F16'ların genç kadın pilotlarıyla yapılmış röportaj; Genesis Projesi çerçevesinde Yeni Şafak'ta yarım sayfa yer almış olan Deniz Kuvvetleri röportajı; tabii ki Hava Kuvetleri'nin 100'üncü yıl etkinlikleri ve 'Anadolu Kartalları' filmi ve nihayet dün basında yer almış olan lösemili delikanlının dileği ile ilgili haber…
Antalya'da yaşayan 15 yaşındaki lösemi hastası Gökhan Çon Sahil Güvenlik Komutanlığı botuna komutanlık etmeyi düşlermiş hep. Ailesi Bir Dilek Tut Derneği'ne başvuruyor. Onlar da Genelkurmay Başkanlığı'na. Gerekli izin çıkıyor ve Gökhan, çakı gibi bir yüzbaşı olup komutanlık yapıyor. TV'deki görüntüler çok etkileyiciydi.
TSK bir de şu öğrenci alım ilanlarını düzeltse, ne iyi olurdu…
Yılmaz Erdoğan çıtayı yükseltti
'Kelebeğin Rüyası'nı mutlaka gidin görün.
Türk sinemasının geldiği teknik olanaklar noktasını keşfetmek için görün. (Kameranın geminin güvertesinden kalkarak tek planda gökyüzüne yükselmesi, Batı'da standart olabilir, ancak bizim için hiç de sıradan değildir) Türkiye'nin çıkardığı James Dean, Alain Delon karışımı bir 'süper star'ı izlemek için gidin görün. 'Atmosfer nasıl yaratılır?' sanatını kavramak için; unutmaya yüz tuttuğumuz dostluk, arkadaşlık, aşk, şiir dünyasına dalmak için; Yılmaz Erdoğan'a solcu falan diye ön yargı ile bakmayıp filmi desteklemiş olan Ziraat Bankası'nı*, harikalar yaratmış olan yapım şirketi Böcek Yapım'ı alkışlamak için, biri 22 diğeri 24 yaşında vefat etmiş iki genç şaire Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'ya vefa borcu ödemek için 'Kelebeğin Rüyası'na gidin..
Bir de başına 'Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun anısına saygıyla' yazsalarmış ve de filme adını vermiş olan kelebek hikâyesinden söz ederken, en azından lafın anonim olduğuna vurgu yapılsa ve lafın Yılmaz Erdoğan'a ait olduğu algısı yaratılmasaymış, tadından geçilmezmiş**…
*Bir tebrik de M. Tayyip Uslu'nun tek kitabını yeniden yayınlayan Yapı Kredi'ye ve Rüştü Onur'un mektup ve şiirlerini ilk kez derleyip gün ışığına çıkaran Kaynak Yayınları'na.
**Bkz. Dücane Cündioğlu'nun 20.12.2009 tarihli Yeni Şafak'ta yayımlanmış olan 'Düşteyken Düş Görebilir misin?' başlıklı yazısı.