"Çıkış yolu: Duyarlılık"
13.06.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Çözümsüzlük pompalanıyor… Mevcut çelişki yumağının sürdürülmesinden yana olanların sesi, olmayanlara oranla daha çok çıkmakta… Çözüm yerine çözümsüzlük üretme konusunda yarışma halindeyiz… Türkiye'de 'Parlamento Dışı Muhalefet'in temsil edilememesinin sıkıntısıyla dengesizliğe doğru itiliyoruz…
Uluslararası kanallar dünyanın dört bir yanında binlerce kişinin öldüğü kanlı savaşların haberlerine 5 – 10 dakika ayırırken Taksim'den uzun süreli canlı yayın yapabiliyor.
Wall Street'i İşgal Edin gösterileri bile bu kadar gürültü yaratmamıştı dünyada. ABD Temsilcileri 'Kimse ölmedi' diye açıklama yapıp Başbakan'ı yalanladılar. Ancak herhalde Wall Street Caddesi üzerinde ve polis marifetiyle kimse ölmedi, demek istediler. Çünkü arama motorlarında yapacağınız basit bir araştırma, durumun ülke çapındaki protestolarda hiç de öyle olmadığını gösteriyor…
Bizdeki manzara akıl sınırlarını zorlar boyutta… Bir tarafa küfür etmiyorsan diğer tarafa karşısın… Ondan küfür yiyorsun. Arayı bulmaya, toplu intiharı engellemeye, aklı selimi harekete geçirmeye çalışanlar iki taraf arasında ezilmek üzere…
Burada kaç yazı yazmışız saymadım… 'Sert konular – Yumuşak konular' (hard issues – soft issues) meselesinde özetle, 'Hükümetin karşısına 'sert konularda sorun çıkmayacak; yumuşak konulardan, üst yapı meselelerinden, kültürel alanlardan, özgürlük meselelerinden, soyut konulardan çıkacak, aman dikkat' deyip durdum…
Toplumsal barışın bozulduğu yere bakacak olursanız, odaklanılan ne ücret meselesidir, ne Kürt meselesi, ne işsizlik, ne de bağımsızlık gibi konular. THY grevi bile, daha çok işten atılmış olanların yeniden işe alınması talebi etrafında oluşmuştur, ücret artışı talebi üzerine değil… Nitekim çevre, doğa gibi 'soft' konulardan girilerek tetiklenmiştir mesele…
At iziyle it izi birbirine karışmıştır. Karıştırılmıştır. Biraz da işlerine geldiği için, dünya basınında kimse 'masum göstericiler – gayri masum göstericiler' ayrımı yapmıyor. Özel mülkiyeti, kent hayatını tehdit eden, güvenlik güçleriyle savaşmayı bir siyasi amaç haline getirmiş illegal (zaten legal olmak istemiyorlar ki, amaçları yasadışı eylem yapıp dikkat çekmek) grupları 'Demokrasi mücadelesi veren göstericiler' olarak lanse etmeye devam ediyorlar.
Türkiye ile bitmez tükenmez hesabı olan Batı'nın olayları bizzat çıkarmasa da, çıkan olaylarda hemen durumdan vaziyet çıkarma refleksini devreye soktuğu kesin. Yoksa 'Soğuk Savaş' sonrası ortaya atılan 'İslamofobi' nereye gitti diye düşünmek gerekirdi…
İşte tam da bu noktada 'Masum ve kamu vicdanı nezdinde aslında neredeyse tam destek gören grup' oyuna gelmemeli. Ne Türkiye üzerine tarihte her zaman çıkar oyunları sergilemeyi bir refleks haline getirmiş güç odaklarının oyununa gelmeli, ne de durumdan vaziyet çıkarıp siyasi hedefleri doğrultusunda Türkiye'yi bir kaos ortamına sürüklemek isteyen illegal grupların ve onların destekçilerinin… Güdümlü akıldan çok duygunun devreye girmesi gereken günlerden geçiyoruz…
İnsan davranışında malum, belirleyici üç alan var: 'Akıl, zeka ve duygu'. Bazı davranışlarımızda birini öne çıkarıyor, bazen ikisini, kimi zamanlarda da üçünü birden devreye sokabiliyoruz. Şu içinden geçmeye çalıştığımız dönemde ise öne çıkarılması gereken duygu alanıdır. Olup bitenler karşısında ve hatta olup bitenlere rağmen veya yaşadıklarımızdan sonra hissettiklerimiz... Hani 'Kalbinden ne geçiyor, sen onu söyle' denir ya...
Gezinin içindeki '1. Çember' denen halkadaki arkadaşlar, duygularının sesini dinleyip kalkıp deseler ki: 'Biz Türkiye'nin geleceğine ve toplumsal barışa inanıyoruz. Gelinen aşamada ikisi de tehdit altında. Bu nedenle çekiliyoruz. Ancak gelişmeleri izleyeceğiz. Eğer yetkililer Gezi'yi doğa ve çevreye uyumlu bir anlamda düzenlemezlerse tekrar geleceğiz'.
Ne olur?
Bir anda başka bir alana geçilir… Çok kısa bir sürede toplumsal barış yeniden tesis edilir…
Peki bir de meselenin öteki tarafına bakalım… Türkiye'nin kaderini değiştirmiş, transformasyon sürecini başarıyla yürütmüş, alt yapı ve 'hard' konularda beklentilerinin çok üstünde başarı elde etmiş, ancak çelişkiler karşısında sergilediği tavizsiz sert mizacı ve üslubu konusunda 'Ben böyleyim' diyen bir Başbakan var. Oysa o da duygularının sesini dinlemeli, aklını ve zekâsını değil…
Şimdi herkes Başbakan'dan duyarlı davranmasını bekliyor… Olayları duygularıyla çözmesini, herkesi yatıştırmasını, güvenliği sağlamasını, şefkatle yaraları sarmasını, halkını güvenli bir geleceğe taşımasını…
Bu halkın kahir çoğunluğu hâlâ duygularıyla hareket ediyor. Tüm araştırmalar buna işaret ediyor. Şimdi Bilgelik ve Duygudaşlık dönemi, kavga ve şiddet değil.
Hâlâ kaybolmuş bir şey yok. Hâlâ Türkiye dimdik ayakta. Güce güçle, şiddete şiddetle cevap vermek en ilkel yöntem. Bu ilkel yöntem gerektiğinde ülkeye göz diken dış düşmanlara karşı belki uygulanabilir ancak içeri doğru asla!.. Duyguları aslında çok güçlü olan Sayın Başbakan öyle yapmamalı. Sezgi ve anlayış olmalıdır onun araçları. Gerekirse tatlı sert bir üslupla milletini dengede, esenlik içinde tutmak olmalı hedef. Zayıfla güçlünün arasında çıkan çelişkide, çelişkiyi çözme ve ilişkiyi yönetme sorumluluğunun birinci derecede güçlüde olduğunu bilmeli.
Ben hâlâ umutluyum…
Hem gezideki arkadaşların duyarlılığından, hem de Başbakan'ın…