Ege Üniversitesi''''nin kaçırdığı fırsat! 05.01.2013
Sen dünyanın ilgisini çekmişsin. Rekorlar kırmışsın. 7 düvele sosyal sorumluluk dersi vermişsin, üç yıl iletişim ve halkla ilişkiler adına devrim yapmışsın; sonra kalkıp 'Bilimsel araştırmalara ve eğitime öncelik vermeliyiz' gerekçesiyle dev kampanyayı durduruyorsun…
İletişim özürlülük ancak bu kadar olur…
Her iki 'marifetin' arkasında da Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nin imzası var. Başlatan da o, bitiren de o… Medyada yer aldığına göre olay Diş Hekimliği Fakültesi öğrencilerinden Kushtrim Ahmeti'nin girişimiyle başlamış. Pet şişelerin mavi kapaklarının toplanması ve geri dönüşümle elde edilecek gelirin tekerlekli sandalye satın alımına aktarılması ve yürüme engellilerin hizmetine sunulmasını kapsayan mütevazı bir sosyal sorumluluk projesi, gördüğü müthiş destekle rekorları alt üst etmiş.
400 ton kapak toplanmış. 600 sandalye alınmış… 5 kıtadan 50 ülke kampanyaya katılmış. Venezüella topladığı mavi kapaklarla Guiness rekorlar kitabına girmiş…
Proje bu aşamadayken, hatta daha da geliştirilebilecekken, kendi ayağına iletişim kurşunu sıkıp kendi krizini kendisi yaratan Dekan, kendisini tarihe yazdıracak bir başarı öyküsünü altın tepside başkalarına sunar hale gelmiş…
Kampanyayı Dekan'a rağmen sürdürmek isteyenlere önderlik eden Prof. Dr. Nurselen Toygar'ı dün radyoda dinledim. İçimden kocaman bir 'Helal olsun!' dedim… Büyük olasılıkla TEV'le (Türk Eğitim Vakfı) yollarına devam edeceklermiş… Hem de bıraktıkları yerden…
Buna en çok gençler, kendisini genç hissedenler ve çocuklar sevinecektir. Çünkü bizim evde de takipçileri bulunan projeye en büyük destek onlardan geliyormuş…
Bu arada bakalım Sayın Dekan krizini nasıl çözecek? Bu 'olumsuz algı'yla baş edebilmesine yardımcı olması için kriz iletişimi yapması gerektiğinin farkında mı?
'Yalvarma' mektupları...
Yazarlarla iktidarlar arasındaki ilişkilerde ya 'koşulsuz destek' ya da 'külliyen red' ilişkisi sürüp gitmiştir yıllar boyu. Aydın kişinin sürekli muhalif olması gerektiğini söyleyenler arasında da sistemle bütünleşme örneklerini, meraklısı biraz zahmetle bulup çıkarabilir tabii.
Habertürk'ün yayınladığı Adnan Menderes'in Yassıada davasındaki dosyalarından ortaya çıkarılan 'yalvarma' mektupları üzerinde tartışılıp duruluyor. Yalvaranları kınayan kınayana... Öncelikle 'kınama' ya da 'takdir etme' duygularıyla dolup taşmadan meseleye bakmakta yarar var. Özetlemeye çalışalım:
Adnan Menderes'e, 'Ben ki her şeyi uğrunuza riske etmiş, her defa mükemmel eser vermiş ve bu kadar tecrübe ve çileden geçmiş bir adamım. Şahsım, kalbim ve kalemim her türlü teminatın üzerindedir' diye yazan ve dergisine ödenek çıkartılması için 'Önce ilk sayınızı yayınlayın da görelim' diyen müsteşara fena halde içerlediği ayan beyan belli olan Necip Fazıl Kısakürek, nasıl bir maddi sıkıntı içinde olduğunu o muhteşem üslubu ile gayet net biçimde anlatmaktadır.
Vaadi de müthiştir:
'Reklam ve sair ihtiyaçlarım için 10 bin lira lütfedilirse... Ayda 6 bin lira tahsis olunursa... Akis, Kim, Forum gibi mecmuacıklarla bütün muhalefet matbuatını saf fikirle çürütücü, muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji bina edici kaalara ve yüreklere nüfuz edici bir mecmua kuracağıma emin olunabilir.'
Peyami Safa, Yusuf Ziya Ortaç ve OrhanSeyfi Orhon gibi isimler de benzer içerik versiyonlarında mektuplar yazmışlar Menderes'e...
Bu mektupları mevcut 'dünya görüşleri'nin bir yansıması olarak gördüğümüzde 'yalvarmak' sözcüğünün taşıdığı manayı daha insaflı bir ruh haliyle yerli yerine oturtmak mümkün. Hayatınız boyunca yazdığınız mektupları düşünmek bile 'zaman, koşul, neden, niçin?' unsurlarını akla getirmeye yeterli olacaktır. Tüm mektuplarınızı bir gün önünüze koysalar ve yıllar yıllar önceye dair duygu ve düşüncelerinizi yansıttığınız satırlara gözatma ihtimaliniz gerçek olsa... Pişman olacağınız satırlarla, 'helal olsun bana' diyebileceğiniz cümlelerin hepsi üzerinde düşündüğünüzde, neyi niçin yaptığınızı hatırlıyor ve vicdan muhasebenizde geriye sizden ne kaldığı sorusunun cevabını verebiliyorsanız mesele yok.
Necip Fazıl üstadı da bu mektuplarıyla değil, olağanüstü şiir dünyası ve zor yıllar içinde bir fikir adamı olarak ardında bıraktığı eserleriyle anıp durmuyor muyuz? Zaman en iyi ilaç... En iyi tartı... Bu mektuplar ne hikmetse bana Kemal Tahir'in o ünlü 'tavsiyesini' çağrıştırdı:
'Anadolu Türk'ünü, çoğu zaman işlediği kötülüklerle değil, ruhunun derinliklerinde acı çeken büyük insanlığı ile ölçmeli... Yolumuzu aydınlatacak şaşmaz ışık, bu acı çeken insanlığımızdır...'
İletişim özürlülük ancak bu kadar olur…
Her iki 'marifetin' arkasında da Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nin imzası var. Başlatan da o, bitiren de o… Medyada yer aldığına göre olay Diş Hekimliği Fakültesi öğrencilerinden Kushtrim Ahmeti'nin girişimiyle başlamış. Pet şişelerin mavi kapaklarının toplanması ve geri dönüşümle elde edilecek gelirin tekerlekli sandalye satın alımına aktarılması ve yürüme engellilerin hizmetine sunulmasını kapsayan mütevazı bir sosyal sorumluluk projesi, gördüğü müthiş destekle rekorları alt üst etmiş.
400 ton kapak toplanmış. 600 sandalye alınmış… 5 kıtadan 50 ülke kampanyaya katılmış. Venezüella topladığı mavi kapaklarla Guiness rekorlar kitabına girmiş…
Proje bu aşamadayken, hatta daha da geliştirilebilecekken, kendi ayağına iletişim kurşunu sıkıp kendi krizini kendisi yaratan Dekan, kendisini tarihe yazdıracak bir başarı öyküsünü altın tepside başkalarına sunar hale gelmiş…
Kampanyayı Dekan'a rağmen sürdürmek isteyenlere önderlik eden Prof. Dr. Nurselen Toygar'ı dün radyoda dinledim. İçimden kocaman bir 'Helal olsun!' dedim… Büyük olasılıkla TEV'le (Türk Eğitim Vakfı) yollarına devam edeceklermiş… Hem de bıraktıkları yerden…
Buna en çok gençler, kendisini genç hissedenler ve çocuklar sevinecektir. Çünkü bizim evde de takipçileri bulunan projeye en büyük destek onlardan geliyormuş…
Bu arada bakalım Sayın Dekan krizini nasıl çözecek? Bu 'olumsuz algı'yla baş edebilmesine yardımcı olması için kriz iletişimi yapması gerektiğinin farkında mı?
'Yalvarma' mektupları...
Yazarlarla iktidarlar arasındaki ilişkilerde ya 'koşulsuz destek' ya da 'külliyen red' ilişkisi sürüp gitmiştir yıllar boyu. Aydın kişinin sürekli muhalif olması gerektiğini söyleyenler arasında da sistemle bütünleşme örneklerini, meraklısı biraz zahmetle bulup çıkarabilir tabii.
Habertürk'ün yayınladığı Adnan Menderes'in Yassıada davasındaki dosyalarından ortaya çıkarılan 'yalvarma' mektupları üzerinde tartışılıp duruluyor. Yalvaranları kınayan kınayana... Öncelikle 'kınama' ya da 'takdir etme' duygularıyla dolup taşmadan meseleye bakmakta yarar var. Özetlemeye çalışalım:
Adnan Menderes'e, 'Ben ki her şeyi uğrunuza riske etmiş, her defa mükemmel eser vermiş ve bu kadar tecrübe ve çileden geçmiş bir adamım. Şahsım, kalbim ve kalemim her türlü teminatın üzerindedir' diye yazan ve dergisine ödenek çıkartılması için 'Önce ilk sayınızı yayınlayın da görelim' diyen müsteşara fena halde içerlediği ayan beyan belli olan Necip Fazıl Kısakürek, nasıl bir maddi sıkıntı içinde olduğunu o muhteşem üslubu ile gayet net biçimde anlatmaktadır.
Vaadi de müthiştir:
'Reklam ve sair ihtiyaçlarım için 10 bin lira lütfedilirse... Ayda 6 bin lira tahsis olunursa... Akis, Kim, Forum gibi mecmuacıklarla bütün muhalefet matbuatını saf fikirle çürütücü, muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji bina edici kaalara ve yüreklere nüfuz edici bir mecmua kuracağıma emin olunabilir.'
Peyami Safa, Yusuf Ziya Ortaç ve OrhanSeyfi Orhon gibi isimler de benzer içerik versiyonlarında mektuplar yazmışlar Menderes'e...
Bu mektupları mevcut 'dünya görüşleri'nin bir yansıması olarak gördüğümüzde 'yalvarmak' sözcüğünün taşıdığı manayı daha insaflı bir ruh haliyle yerli yerine oturtmak mümkün. Hayatınız boyunca yazdığınız mektupları düşünmek bile 'zaman, koşul, neden, niçin?' unsurlarını akla getirmeye yeterli olacaktır. Tüm mektuplarınızı bir gün önünüze koysalar ve yıllar yıllar önceye dair duygu ve düşüncelerinizi yansıttığınız satırlara gözatma ihtimaliniz gerçek olsa... Pişman olacağınız satırlarla, 'helal olsun bana' diyebileceğiniz cümlelerin hepsi üzerinde düşündüğünüzde, neyi niçin yaptığınızı hatırlıyor ve vicdan muhasebenizde geriye sizden ne kaldığı sorusunun cevabını verebiliyorsanız mesele yok.
Necip Fazıl üstadı da bu mektuplarıyla değil, olağanüstü şiir dünyası ve zor yıllar içinde bir fikir adamı olarak ardında bıraktığı eserleriyle anıp durmuyor muyuz? Zaman en iyi ilaç... En iyi tartı... Bu mektuplar ne hikmetse bana Kemal Tahir'in o ünlü 'tavsiyesini' çağrıştırdı:
'Anadolu Türk'ünü, çoğu zaman işlediği kötülüklerle değil, ruhunun derinliklerinde acı çeken büyük insanlığı ile ölçmeli... Yolumuzu aydınlatacak şaşmaz ışık, bu acı çeken insanlığımızdır...'