'Kırk yıllık 'Kani' olur mu 'Yani' ?..'
28.05.2013- Yeni Şafak Gazetesi
18'inci yüzyılın şairlerinden Kâni'ye ait olduğu bilinen bu deyiş, tam da CHP'nin yeni kararını yorumlamaya yetiyor. Başlığa şöyle de yazabilirdik: Değerlerle, 'mış' gibi yapılabilir mi?
CHP Parti Yönetiminin aldığı karar, ilk bakışta gayet iyi geliyor insana… 'Ben toplumun değerleriyle didişmem' diyen ünlü reklamcıyı hatırlatıyor… Haber medyada 'CHP'de 'selamün aleyküm' açılımı' türü başlıklarla yansıma bulmuştu…
Yorumlara göre CHP, seçim taktiklerini yenilemişti. Seçmeni ikna etmek için ev ziyareti yapacak olan partililer, konuşmaya 'Selamünaleyküm' diyerek başlayacak, evden ayrılırken de 'Allahaısmarladık', 'Allaha emanet olun' ya da 'Hayırlı günler' diyeceklerdi. 'Hayırlara vesile olur inşallah'ı da ekleyebilirlermiş bence…
İzmir parti teşkilatına verilen talimat böyleymiş…
Parti bölgedeki 10 bin 500 sandıkta üçer kişi görevlendirmiş. 31 bin partiliyle ev ziyaretlerine başlayacaklarmış. CHP (kendi deyişleriyle) 'iletişimin' (bize göre 'ilişkinin') el kitabını yazmış. 35 sayfalık kitapçıkta, ev ziyaretlerinde dikkat edilecek 'kurallar' anlatılmış. Kitapçıkta, partililerden seçmeni ikna etmek için kullanacakları dile özen göstermeleri istenmiş.
Kitapçıktaki talimatların bir kısmı kültür ile ilgili. Yani biçim ve içerikle… Partililerin kendilerini zorlarlarsa bu alanda az da olsa bazı gelişmeler kaydetmeleri mümkündür. Çünkü eğitim ve disiplinle kültür değişebilir.
Ancak listenin büyükçe bir kısmı değerlerle, yani özle ilgili… Onları değiştirmek ise olası değil. Siz onlarca yıl 'Bunların %65'i aptaldır', 'Karnını kaşıyan adam' dediğiniz, aslında adam yerine koymadığınız bir kitleye 'mış gibi yaparak' yaklaşırsanız o, kitle bu 'iğreti davranışları' kesinlikle yemez… Değerler ancak bir 'büyük mefkûre' etrafında, bir 'büyük duyarlılık ve değişim' projesi etrafında 'büyük liderlerin' öncülüğünde kilitlenecek sağlam kadrolarla değişir…
Yoksa iş 'mış gibi' yaparak 'Kâni'den Yâni yaratmaya' benzer ki bunun 'havada kaldığı', 'sırıttığı' belki ancak -iletişimci diliyle söyleyelim- 'çalıştığı' görülmemiştir…
Doğayı hoyratça harcamamak adına…
CNN Türk'de Hakan Çelik anlatıyordu… Çoğumuz gardıroplarımızdaki giysilerin ve aksesuarın sadece yüzde 30'unu kullanıyormuşuz… Tüketim, kapitalizm ve liberalizmin marş motoru olmasına marş motorudur da, abartıldığı zaman hemen ekonomik ve ahlakî krizin eşiğine getiriverir sistemi.
Ülkemizde tüketim toplumu sorunları, doğanın katledilmesi, eğitim ve sağlık gibi 'toplumsal sorumluluk' duyarlılığı, hâlâ Batı'daki kadar bir 'pazarlama iletişimi aracı' olarak işlev görmüyor; Hıristiyan Batı bu konuda bizden ileride, diye düşünenler meseleyi tam olarak 'okuyamıyorlar' bence…
Doğa konusu bir tarafa, bizim değerler sistemimiz içinde yardımlaşma, fedakârlık, ez cümle 'insanlık' yine Batılı aydınların deyişiyle henüz o kadar yitirilmemiş. Fitre ve zekât, yoksulları eğitim ve sağlık konularında desteklemek, içinden gelinen değer sisteminin o kadar doğal bir parçası ki, bunlara el atıyor diye bir kişi ve/veya firma, itibar ve pazarlama adına geniş kitleler nezdinde prim yapamıyor.
O nedenle bu alandaki bazı Batılı projeleri biz şaşkınlık içinde karşılarken ecnebi aydınlarımız da 'hayranlık'la izliyorlar…
İtalyan markası Intimissimi'nin 'Geri Dönüşüm Buna Değer' adını verdiği kampanyası da bu çerçevede 'hayranlık' yaratmış… Reklamları çok etkili… Oysa fikir pek de yeni değil. İsviçre kökenli I:Co firmasının başlattığı tipik bir kazan kazan işi… I:Co İngilizce 'I Collect' (Topluyorum) ifadesinden geliyormuş. Eski ve kullanılmayan giyeceklerin değerlendirmesi üzerine kurulu bir yapı. Intimissimi gibi Esprit, C & A, Adler, Reno, Calzedonia gibi markalar çoktan katılmışlar bu işe…
Getirdiğiniz eski giyecekleriniz karşılığında marka size indirim kuponu veriyor. Müşteri hem indirimden faydalanıyor hem de kendini kampanyaya (doğaya) vermiş olduğu destekten dolayı iyi hissediyor.
I:Co'nun web sitesinde şu çarpıcı rakamlar verilmiş: Bir tişörtün üretimi için 10-30 bin litre su harcanıyormuş. İklim değişikliğine neden olan CO2 emisyonunun ise tişört başına 3.6 kg olduğu sanılıyormuş. Oysa bir geri dönüşüm sürecinde bu rakamların en fazla yüzde 10-20'si harcanıyormuş…
I:CO bu dönüştürme sürecinde kendi kârlılığını elde ediyormuş. (Web sitesine bir göz atılması tavsiye olunur)…
İnsani yardım belki o kadar değil, ancak doğaya sahip çıkma meselesi çok yakın bir gelecekte bizde de kuruluşların ve de siyasi partilerin sırat köprüsü haline gelecek. Kimsenin şüphesi olmasın.
'Öteki' Türkler(!) pek 'Uydurukça' bilmez…
Keşke Eczacıbaşı şu 'Uydurukça' adını verdikleri İngilizce karıştırılmış garip, 'Plaza İş Yeri Türkçesi'nin en azından kendi şirketlerinde şu anki kullanımını tespit etse, ileride de örneğin bir yıl sonra tekrar baksa ve kampanyanın ne kadar başarılı ve özellikle kalıcı olduğunu (şu sıra yüzde 70 oranında azaldığını söylemişler) tespit etse…
Geçen yıl Bursa'da Türkçe Olimpiyatları'nda sahneye çıkıp ödül vermiş olan Bülent Eczacıbaşı'na bu kampanya yakışmış. Fikir kendisinden çıkmış. Uydurukça konuşanlar gönüllü olarak kutulara 5'er TL atıyorlarmış. Toplanan para ile 'TDK Yazım kılavuzu alınacakmış'… Harika!.. Onu ve şirketini pek çok kuruluş örnek alacaktır…
Bizim burada sıklıkla andığımız 'ecnebi aydınımız'ın (bu tanım hayatının bir dönemi için bu satırların yazarı için de geçerlidir) sıklıkla kullandığı sözcüklere Eczabaşı'nda da rastlanıyormuş: Yapıyor olacağım, Confirm etmek, Third party, Assing etmek, Soft copy, Fokuslanma, Wording, Layout, Hard copy, Check etmek, Yapılabilite, Outsource, Kontekst, Kontent, Refere etmek, Deadline…
İngilizceyi çok iyi bilenlerin bu 'Uydurukça'ya pek itibar etmemeleri ise ilginç bir durum… İşin bir başka dikkate değer yanı ise, 'Öteki', 'Zenci' diye adlandıran Türk aydınlarında böyle bir 'sıkıntının' olmaması, hatta bu 'Uydurukça' konuşanların yadırganması…
Bülent Bey'i bu örnek çalışması için kutlamak gerek… 'Kültür ve Sanat', 'Yaşam Kalitesi' denince akla Eczacıbaşı'nı getirmeyi başaran anlayışları, umarız, 'Güzel, Sağlıklı Türkçe'yi de sürdürülebilir bir algı payandası olarak kervana katmayı başarır.
18'inci yüzyılın şairlerinden Kâni'ye ait olduğu bilinen bu deyiş, tam da CHP'nin yeni kararını yorumlamaya yetiyor. Başlığa şöyle de yazabilirdik: Değerlerle, 'mış' gibi yapılabilir mi?
CHP Parti Yönetiminin aldığı karar, ilk bakışta gayet iyi geliyor insana… 'Ben toplumun değerleriyle didişmem' diyen ünlü reklamcıyı hatırlatıyor… Haber medyada 'CHP'de 'selamün aleyküm' açılımı' türü başlıklarla yansıma bulmuştu…
Yorumlara göre CHP, seçim taktiklerini yenilemişti. Seçmeni ikna etmek için ev ziyareti yapacak olan partililer, konuşmaya 'Selamünaleyküm' diyerek başlayacak, evden ayrılırken de 'Allahaısmarladık', 'Allaha emanet olun' ya da 'Hayırlı günler' diyeceklerdi. 'Hayırlara vesile olur inşallah'ı da ekleyebilirlermiş bence…
İzmir parti teşkilatına verilen talimat böyleymiş…
Parti bölgedeki 10 bin 500 sandıkta üçer kişi görevlendirmiş. 31 bin partiliyle ev ziyaretlerine başlayacaklarmış. CHP (kendi deyişleriyle) 'iletişimin' (bize göre 'ilişkinin') el kitabını yazmış. 35 sayfalık kitapçıkta, ev ziyaretlerinde dikkat edilecek 'kurallar' anlatılmış. Kitapçıkta, partililerden seçmeni ikna etmek için kullanacakları dile özen göstermeleri istenmiş.
Kitapçıktaki talimatların bir kısmı kültür ile ilgili. Yani biçim ve içerikle… Partililerin kendilerini zorlarlarsa bu alanda az da olsa bazı gelişmeler kaydetmeleri mümkündür. Çünkü eğitim ve disiplinle kültür değişebilir.
Ancak listenin büyükçe bir kısmı değerlerle, yani özle ilgili… Onları değiştirmek ise olası değil. Siz onlarca yıl 'Bunların %65'i aptaldır', 'Karnını kaşıyan adam' dediğiniz, aslında adam yerine koymadığınız bir kitleye 'mış gibi yaparak' yaklaşırsanız o, kitle bu 'iğreti davranışları' kesinlikle yemez… Değerler ancak bir 'büyük mefkûre' etrafında, bir 'büyük duyarlılık ve değişim' projesi etrafında 'büyük liderlerin' öncülüğünde kilitlenecek sağlam kadrolarla değişir…
Yoksa iş 'mış gibi' yaparak 'Kâni'den Yâni yaratmaya' benzer ki bunun 'havada kaldığı', 'sırıttığı' belki ancak -iletişimci diliyle söyleyelim- 'çalıştığı' görülmemiştir…
Doğayı hoyratça harcamamak adına…
CNN Türk'de Hakan Çelik anlatıyordu… Çoğumuz gardıroplarımızdaki giysilerin ve aksesuarın sadece yüzde 30'unu kullanıyormuşuz… Tüketim, kapitalizm ve liberalizmin marş motoru olmasına marş motorudur da, abartıldığı zaman hemen ekonomik ve ahlakî krizin eşiğine getiriverir sistemi.
Ülkemizde tüketim toplumu sorunları, doğanın katledilmesi, eğitim ve sağlık gibi 'toplumsal sorumluluk' duyarlılığı, hâlâ Batı'daki kadar bir 'pazarlama iletişimi aracı' olarak işlev görmüyor; Hıristiyan Batı bu konuda bizden ileride, diye düşünenler meseleyi tam olarak 'okuyamıyorlar' bence…
Doğa konusu bir tarafa, bizim değerler sistemimiz içinde yardımlaşma, fedakârlık, ez cümle 'insanlık' yine Batılı aydınların deyişiyle henüz o kadar yitirilmemiş. Fitre ve zekât, yoksulları eğitim ve sağlık konularında desteklemek, içinden gelinen değer sisteminin o kadar doğal bir parçası ki, bunlara el atıyor diye bir kişi ve/veya firma, itibar ve pazarlama adına geniş kitleler nezdinde prim yapamıyor.
O nedenle bu alandaki bazı Batılı projeleri biz şaşkınlık içinde karşılarken ecnebi aydınlarımız da 'hayranlık'la izliyorlar…
İtalyan markası Intimissimi'nin 'Geri Dönüşüm Buna Değer' adını verdiği kampanyası da bu çerçevede 'hayranlık' yaratmış… Reklamları çok etkili… Oysa fikir pek de yeni değil. İsviçre kökenli I:Co firmasının başlattığı tipik bir kazan kazan işi… I:Co İngilizce 'I Collect' (Topluyorum) ifadesinden geliyormuş. Eski ve kullanılmayan giyeceklerin değerlendirmesi üzerine kurulu bir yapı. Intimissimi gibi Esprit, C & A, Adler, Reno, Calzedonia gibi markalar çoktan katılmışlar bu işe…
Getirdiğiniz eski giyecekleriniz karşılığında marka size indirim kuponu veriyor. Müşteri hem indirimden faydalanıyor hem de kendini kampanyaya (doğaya) vermiş olduğu destekten dolayı iyi hissediyor.
I:Co'nun web sitesinde şu çarpıcı rakamlar verilmiş: Bir tişörtün üretimi için 10-30 bin litre su harcanıyormuş. İklim değişikliğine neden olan CO2 emisyonunun ise tişört başına 3.6 kg olduğu sanılıyormuş. Oysa bir geri dönüşüm sürecinde bu rakamların en fazla yüzde 10-20'si harcanıyormuş…
I:CO bu dönüştürme sürecinde kendi kârlılığını elde ediyormuş. (Web sitesine bir göz atılması tavsiye olunur)…
İnsani yardım belki o kadar değil, ancak doğaya sahip çıkma meselesi çok yakın bir gelecekte bizde de kuruluşların ve de siyasi partilerin sırat köprüsü haline gelecek. Kimsenin şüphesi olmasın.
'Öteki' Türkler(!) pek 'Uydurukça' bilmez…
Keşke Eczacıbaşı şu 'Uydurukça' adını verdikleri İngilizce karıştırılmış garip, 'Plaza İş Yeri Türkçesi'nin en azından kendi şirketlerinde şu anki kullanımını tespit etse, ileride de örneğin bir yıl sonra tekrar baksa ve kampanyanın ne kadar başarılı ve özellikle kalıcı olduğunu (şu sıra yüzde 70 oranında azaldığını söylemişler) tespit etse…
Geçen yıl Bursa'da Türkçe Olimpiyatları'nda sahneye çıkıp ödül vermiş olan Bülent Eczacıbaşı'na bu kampanya yakışmış. Fikir kendisinden çıkmış. Uydurukça konuşanlar gönüllü olarak kutulara 5'er TL atıyorlarmış. Toplanan para ile 'TDK Yazım kılavuzu alınacakmış'… Harika!.. Onu ve şirketini pek çok kuruluş örnek alacaktır…
Bizim burada sıklıkla andığımız 'ecnebi aydınımız'ın (bu tanım hayatının bir dönemi için bu satırların yazarı için de geçerlidir) sıklıkla kullandığı sözcüklere Eczabaşı'nda da rastlanıyormuş: Yapıyor olacağım, Confirm etmek, Third party, Assing etmek, Soft copy, Fokuslanma, Wording, Layout, Hard copy, Check etmek, Yapılabilite, Outsource, Kontekst, Kontent, Refere etmek, Deadline…
İngilizceyi çok iyi bilenlerin bu 'Uydurukça'ya pek itibar etmemeleri ise ilginç bir durum… İşin bir başka dikkate değer yanı ise, 'Öteki', 'Zenci' diye adlandıran Türk aydınlarında böyle bir 'sıkıntının' olmaması, hatta bu 'Uydurukça' konuşanların yadırganması…
Bülent Bey'i bu örnek çalışması için kutlamak gerek… 'Kültür ve Sanat', 'Yaşam Kalitesi' denince akla Eczacıbaşı'nı getirmeyi başaran anlayışları, umarız, 'Güzel, Sağlıklı Türkçe'yi de sürdürülebilir bir algı payandası olarak kervana katmayı başarır.