Kemal Bey'e Swoboda'ya inat destek... 18.05.2013
Biz kendisini gerekirse yerden yere çalar eleştirir, hatta Suriye meselesinde olduğu gibi adamlarının gidip Esed'le aile fotoğrafı çektirmesine fena halde içerleyebiliriz… Ancak bir yabancının kalkıp benim muhalefet liderimi hırpalamasını alkışlamamı kimse beklemesin…
Söyledikleri özünde doğru olsa da biçimiyle yadırganması gereken Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda'nın 'Burada böyle konuşulmaz Kemal Bey!' diyen yukarıdan halleri, Kılıçdaroğlu ile görüşmeyi iptal etmesi, bildiğimiz tipik burnu havada Batılı 'duruş ve davranış'larından biridir ve ülke markamıza indirilmiş ince de olsa bir 'darbedir'.
'CHP Genel Başkanı bizim misafirimiz olarak buraya geldi. Grubumuza hitap etti. Logomuzun önünde böyle bir açıklamayı kabul edemeyiz' dediğinde, işin meraklıları, 'o logonun dili olsa da konuşsa' dedirtecek kimbilir hangi yakası açılmadık ifadeleri bulup çıkarabilirler.
Diğer yandan Sayın Kılıçdaroğlu'nun hükümetin dış politikası aleyhine Türkiye'de takındığı üslupla, ziyaret ettiği sınır ötesi tüm mekânlarda aklına geldiğince konuşuyor olması da, çok yakından tanıyıp bildiğimiz, vıdı vıdıcı 'endişeli modern' (bkz. Konda araştırması) tavrın tipik bir uzantısı olarak ortaya çıkmaktadır.
Sosyal demokrat liderler arasında rahmetli Bülent Ecevit'in dış dünyadaki duruşunu akla getirmek ve ister istemez bir kıyaslama yapmak bile siyasetçi ile devlet adamı arasındaki farkı gözler önüne sermeye yetip de artmıyor mu?
Kalkılıp oralara gidildiğinde muhatap olunacak kişiler hakkında önceden ders çalışılması gerekliliğini gündemine almayı düşünemeyen, politik hayal gücünden yoksun bu tutumun değişmesi ve partinin dış politika alanındaki süreçlerinin yeniden değerlendirilip, işin ehli siyasetçilerin devreye sokulması gerekliliği de, diğer konular gibi âcil bir CHP meselesi haline gelmiş gibi görünmektedir.
Brüksel Brüksel olalı böyle zulüm görmedi diye Kılıçdaroğlu'na kızmakla bir yere varılabilir mi? Anadolu Ajansı'na yaptığı açıklamada Hannes Swoboda, her ne kadar Kılıçdaroğlu'nun davranışını 'ev sahibine saygısızlık ve misafirperverliğin kötüye kullanılması' olarak değerlendirse de, misafire ne olursa olsun böyle davranılamayacağını CHP'liler Avrupalı siyasetçiye öğretemeyeceklerine göre, bir an önce şapkayı önlerine koyup sosyal demokratlığın gerektirdiği diplomasi dilini yeniden oluşturma konusunda derslerini çalışmalılar. Dış politika konusunda Rahmetli Ecevit ve elbette –yine rahmetli- İsmail Cem'den partiye miras kalan bilgi ve belgelerin işlerine çok yarayabileceğini hatırlatalım.
Bu arada ben bir AK Partili olsam, içerde CHP'ye verip veriştirsem de, dışarıda fırça yediğinde onun yanında yer alırım… İnadına…
İletişimciler, Yeni Türkiye'yi anlama gayretinde...
Türkiye'nin Avrupa standartlarında hizmet veren 23 PR şirketinin üye olduğu İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA), sektör profesyonellerini 'İDA Buluşmaları' adnı verdiği bir toplantıda biraraya getiriyor. Çarşamba akşamı konukları yazar Muhsin Kızılkaya idi. Ondan önceki buluşmada ise Bekir Ağırdır, 'Yeni Türkiye'yi Anlamak' başlığı altında bir konuşma yapmıştı.
'Ortak ruhi şekillenme' diye yıllardır üzerinde durduğumuz kavrama dokunma ihtiyacının bir zorunluluk haline geldiği gözle görülür bir gerçek. Amerika Birleşik Devletleri'nden mantar biter gibi dünyaya yayılan iletişim gurularının dahiyane fikirlerini esas alarak bu memlekette bir arpa boyu yol gidilemeyeceğini, iletişimde yerelliğe odaklanılması gerektiğini hayat, bizzat çelişkilerini dayatarak öğretiyor hepimize.
'Türkiye'de dün ve bugün Kürt olmak ne demek?' başlıklı bir konuşma yapan Muhsin Kızılkaya, kaya gibi somut, betondan bir gerçeği iletişimcilere olanca çarpıcılığıyla anlatmış olmalı ki, bu toplantı bazı arkadaşlarımızın üzerinde 'tırla çarpışma' etkisi yarattı.
Akdeniz Bölgesi Akil İnsanlar Heyeti üyesi olan Kızılkaya, Türkiye'de Kürt olmanın manasını çocukluk ve gençlik yıllarından örnekler vererek anlattı. (Hapishanede kendisini ziyarete gelen annesiyle Kürtçe konuştuğu için sırtına zincirle vurulan çocuğu, olayı yaşayan annenin ıstırabını, bu olaydan sonra Türkçeyi edebiyatta üretim yapacak kadar iyi öğrenme hırsı edinmiş olmasını...) Kimbilir aynı duyarlılık tonunda anlatılan ne çok dramatik hikâye vardır bizim bilemediğimiz.
Kızılkaya, insanın dilinin kimliğini belirlediğini, bundan daha kıymetli bir şey olmayacağını ifade ederken, 'Bu Devlet Kürtlere kimliğini tanıdığını ilan etti. Şimdi bunun yasal ve anayasal süreci oluşturulmaya çalışılıyor. Bu topraktan daha kıymetli bir şey… Toprağı bir yere götüremezsiniz ama kimliğinizi her yere taşırsınız...' dedi.
Bu toplantıdan sonra, katılımcılardan bir iki tanesi bile 'Kimlik' meselesinin dille olan ayrılmaz bağını düşünmeye başlamış, nasıl Müslümanlara kendi kimliklerini yaşamalarına izin verilmesi halinde dünya başımıza yıkılmadıysa, Kürtlere de bu ülkede Türklerle birlikte barış ve dostluk içinde yaşamanın bir özgürlük hakkı olduğunu dört beş arkadaşımız kavramışsa, konferans fazlasıyla başarıya ulaşmış demektir…
Tabii toplantı sonrasında barış sürecinin devam edip etmeyeceğiyle ilgili sorular da soruldu. Şöyle yanıtladı Kızılkaya:
'Bu sürecin geri dönüşü yok ama tıkanmaması için demokratikleşme adına önemli düzenlemelere ihtiyaç var. Siyasi partiler yasası, seçim barajı, eve dönüş, boşaltılan köyler, ana dilde eğitim gibi konularda düzenlemeler yapılması gerekiyor. Hükümetin de bu konularda çalışmaları olduğu biliniyor. Taleplerin silah yoluyla kabul edilemeyeceğini herkes anladı. Bizi bir arada tutan kültürel ortaklığımız, duygudaşlığımız. Buna sahip çıkalım.'
Suriyeli doktorun gözüyle Reyhanlı
BBC'de, gazeteci Wyre Davies'in haberiyle Dr. İsmihan hanım ve eşi Dr. Necip El Hadal'dan haberdar olduk. Doktor Necip El Hadal, altı ay önce jinekolog eşi İsmihan hanım ve beş çocuğuyla birlikte Suriye sınırını geçip Türkiye'ye sığınan mültecilerden... İdlip'teki evi yakılan ve Suriye'de yaralıları tedavi ettiği için başına ödül konulan bir hekim... Reyhanlı'ya yerleşince karı koca, kolları sıvayıp görevlerine devam etmişler ve bu kez hastaları hem Suriyeli mülteciler hem de Reyhanlı sakinleri olmuş.
Cumartesi günkü katliamda Dr. Necip arabasıyla yaralıları hastanelere taşımış. Acile yetiştirdiği bir hastayı tedavi edip hastaneden çıktığı anda Suriye plakası taşıyan arabasına saldırılmış olduğunu görmüş.
Hatay'ın asırlara dayanan ve camii, kilise, havrasıyla tüm inançların kucaklaştığı, anlayışa dayalı kültür ve değerleri sayesinde her türlü provokasyonun uzun vadede akim kalacağını düşünüyor olsak da, bu genel doğru, acının düştüğü yeri yakmasına engel olamıyor.
Reyhanlı halkı öfkeli. Olan biteni büyük acıların içinden görebilmek mümkün değil ve zaten terörün amacı da sağduyuyu devreden çıkartarak korkuyu, umutsuzluğu yaymak değil mi? Dr. Necip'in ailesi de iki gün dışarıya çıkmamış. Suriyeli mültecileri hedef göstermeye yarayan, acıyı öfkeye dönüştürme yolundaki artniyetli ve gözüdönmüş çabaların etkisiz bırakılabilmesi için medyaya düşen görevi, bu kez bir Suriyeli ailenin gözünden değerlendirmeye çalışmakta yarar var.
İnsanı alt üst edecek, midesini kaynatacak, içini dışına çıkartacak kadar iç paralayan fotoğrafları yayımlamak, o karede gösterdiğiniz çocuğa, insana saygı duymamakla, Reyhanlı halkına acımamakla, onlarla aynı duyguları paylaşmamakla eş anlamlıdır. Özellikle televizyonların bu konudaki özenleri takdir edilmeli.ya tıklayın.
Söyledikleri özünde doğru olsa da biçimiyle yadırganması gereken Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda'nın 'Burada böyle konuşulmaz Kemal Bey!' diyen yukarıdan halleri, Kılıçdaroğlu ile görüşmeyi iptal etmesi, bildiğimiz tipik burnu havada Batılı 'duruş ve davranış'larından biridir ve ülke markamıza indirilmiş ince de olsa bir 'darbedir'.
'CHP Genel Başkanı bizim misafirimiz olarak buraya geldi. Grubumuza hitap etti. Logomuzun önünde böyle bir açıklamayı kabul edemeyiz' dediğinde, işin meraklıları, 'o logonun dili olsa da konuşsa' dedirtecek kimbilir hangi yakası açılmadık ifadeleri bulup çıkarabilirler.
Diğer yandan Sayın Kılıçdaroğlu'nun hükümetin dış politikası aleyhine Türkiye'de takındığı üslupla, ziyaret ettiği sınır ötesi tüm mekânlarda aklına geldiğince konuşuyor olması da, çok yakından tanıyıp bildiğimiz, vıdı vıdıcı 'endişeli modern' (bkz. Konda araştırması) tavrın tipik bir uzantısı olarak ortaya çıkmaktadır.
Sosyal demokrat liderler arasında rahmetli Bülent Ecevit'in dış dünyadaki duruşunu akla getirmek ve ister istemez bir kıyaslama yapmak bile siyasetçi ile devlet adamı arasındaki farkı gözler önüne sermeye yetip de artmıyor mu?
Kalkılıp oralara gidildiğinde muhatap olunacak kişiler hakkında önceden ders çalışılması gerekliliğini gündemine almayı düşünemeyen, politik hayal gücünden yoksun bu tutumun değişmesi ve partinin dış politika alanındaki süreçlerinin yeniden değerlendirilip, işin ehli siyasetçilerin devreye sokulması gerekliliği de, diğer konular gibi âcil bir CHP meselesi haline gelmiş gibi görünmektedir.
Brüksel Brüksel olalı böyle zulüm görmedi diye Kılıçdaroğlu'na kızmakla bir yere varılabilir mi? Anadolu Ajansı'na yaptığı açıklamada Hannes Swoboda, her ne kadar Kılıçdaroğlu'nun davranışını 'ev sahibine saygısızlık ve misafirperverliğin kötüye kullanılması' olarak değerlendirse de, misafire ne olursa olsun böyle davranılamayacağını CHP'liler Avrupalı siyasetçiye öğretemeyeceklerine göre, bir an önce şapkayı önlerine koyup sosyal demokratlığın gerektirdiği diplomasi dilini yeniden oluşturma konusunda derslerini çalışmalılar. Dış politika konusunda Rahmetli Ecevit ve elbette –yine rahmetli- İsmail Cem'den partiye miras kalan bilgi ve belgelerin işlerine çok yarayabileceğini hatırlatalım.
Bu arada ben bir AK Partili olsam, içerde CHP'ye verip veriştirsem de, dışarıda fırça yediğinde onun yanında yer alırım… İnadına…
İletişimciler, Yeni Türkiye'yi anlama gayretinde...
Türkiye'nin Avrupa standartlarında hizmet veren 23 PR şirketinin üye olduğu İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA), sektör profesyonellerini 'İDA Buluşmaları' adnı verdiği bir toplantıda biraraya getiriyor. Çarşamba akşamı konukları yazar Muhsin Kızılkaya idi. Ondan önceki buluşmada ise Bekir Ağırdır, 'Yeni Türkiye'yi Anlamak' başlığı altında bir konuşma yapmıştı.
'Ortak ruhi şekillenme' diye yıllardır üzerinde durduğumuz kavrama dokunma ihtiyacının bir zorunluluk haline geldiği gözle görülür bir gerçek. Amerika Birleşik Devletleri'nden mantar biter gibi dünyaya yayılan iletişim gurularının dahiyane fikirlerini esas alarak bu memlekette bir arpa boyu yol gidilemeyeceğini, iletişimde yerelliğe odaklanılması gerektiğini hayat, bizzat çelişkilerini dayatarak öğretiyor hepimize.
'Türkiye'de dün ve bugün Kürt olmak ne demek?' başlıklı bir konuşma yapan Muhsin Kızılkaya, kaya gibi somut, betondan bir gerçeği iletişimcilere olanca çarpıcılığıyla anlatmış olmalı ki, bu toplantı bazı arkadaşlarımızın üzerinde 'tırla çarpışma' etkisi yarattı.
Akdeniz Bölgesi Akil İnsanlar Heyeti üyesi olan Kızılkaya, Türkiye'de Kürt olmanın manasını çocukluk ve gençlik yıllarından örnekler vererek anlattı. (Hapishanede kendisini ziyarete gelen annesiyle Kürtçe konuştuğu için sırtına zincirle vurulan çocuğu, olayı yaşayan annenin ıstırabını, bu olaydan sonra Türkçeyi edebiyatta üretim yapacak kadar iyi öğrenme hırsı edinmiş olmasını...) Kimbilir aynı duyarlılık tonunda anlatılan ne çok dramatik hikâye vardır bizim bilemediğimiz.
Kızılkaya, insanın dilinin kimliğini belirlediğini, bundan daha kıymetli bir şey olmayacağını ifade ederken, 'Bu Devlet Kürtlere kimliğini tanıdığını ilan etti. Şimdi bunun yasal ve anayasal süreci oluşturulmaya çalışılıyor. Bu topraktan daha kıymetli bir şey… Toprağı bir yere götüremezsiniz ama kimliğinizi her yere taşırsınız...' dedi.
Bu toplantıdan sonra, katılımcılardan bir iki tanesi bile 'Kimlik' meselesinin dille olan ayrılmaz bağını düşünmeye başlamış, nasıl Müslümanlara kendi kimliklerini yaşamalarına izin verilmesi halinde dünya başımıza yıkılmadıysa, Kürtlere de bu ülkede Türklerle birlikte barış ve dostluk içinde yaşamanın bir özgürlük hakkı olduğunu dört beş arkadaşımız kavramışsa, konferans fazlasıyla başarıya ulaşmış demektir…
Tabii toplantı sonrasında barış sürecinin devam edip etmeyeceğiyle ilgili sorular da soruldu. Şöyle yanıtladı Kızılkaya:
'Bu sürecin geri dönüşü yok ama tıkanmaması için demokratikleşme adına önemli düzenlemelere ihtiyaç var. Siyasi partiler yasası, seçim barajı, eve dönüş, boşaltılan köyler, ana dilde eğitim gibi konularda düzenlemeler yapılması gerekiyor. Hükümetin de bu konularda çalışmaları olduğu biliniyor. Taleplerin silah yoluyla kabul edilemeyeceğini herkes anladı. Bizi bir arada tutan kültürel ortaklığımız, duygudaşlığımız. Buna sahip çıkalım.'
Suriyeli doktorun gözüyle Reyhanlı
BBC'de, gazeteci Wyre Davies'in haberiyle Dr. İsmihan hanım ve eşi Dr. Necip El Hadal'dan haberdar olduk. Doktor Necip El Hadal, altı ay önce jinekolog eşi İsmihan hanım ve beş çocuğuyla birlikte Suriye sınırını geçip Türkiye'ye sığınan mültecilerden... İdlip'teki evi yakılan ve Suriye'de yaralıları tedavi ettiği için başına ödül konulan bir hekim... Reyhanlı'ya yerleşince karı koca, kolları sıvayıp görevlerine devam etmişler ve bu kez hastaları hem Suriyeli mülteciler hem de Reyhanlı sakinleri olmuş.
Cumartesi günkü katliamda Dr. Necip arabasıyla yaralıları hastanelere taşımış. Acile yetiştirdiği bir hastayı tedavi edip hastaneden çıktığı anda Suriye plakası taşıyan arabasına saldırılmış olduğunu görmüş.
Hatay'ın asırlara dayanan ve camii, kilise, havrasıyla tüm inançların kucaklaştığı, anlayışa dayalı kültür ve değerleri sayesinde her türlü provokasyonun uzun vadede akim kalacağını düşünüyor olsak da, bu genel doğru, acının düştüğü yeri yakmasına engel olamıyor.
Reyhanlı halkı öfkeli. Olan biteni büyük acıların içinden görebilmek mümkün değil ve zaten terörün amacı da sağduyuyu devreden çıkartarak korkuyu, umutsuzluğu yaymak değil mi? Dr. Necip'in ailesi de iki gün dışarıya çıkmamış. Suriyeli mültecileri hedef göstermeye yarayan, acıyı öfkeye dönüştürme yolundaki artniyetli ve gözüdönmüş çabaların etkisiz bırakılabilmesi için medyaya düşen görevi, bu kez bir Suriyeli ailenin gözünden değerlendirmeye çalışmakta yarar var.
İnsanı alt üst edecek, midesini kaynatacak, içini dışına çıkartacak kadar iç paralayan fotoğrafları yayımlamak, o karede gösterdiğiniz çocuğa, insana saygı duymamakla, Reyhanlı halkına acımamakla, onlarla aynı duyguları paylaşmamakla eş anlamlıdır. Özellikle televizyonların bu konudaki özenleri takdir edilmeli.ya tıklayın.