''''Kurumsal vatandaş'''' değilseniz nesiniz? 09.05.2013
Vergi rekortmenleri listesini görmüşsünüzdür. Eskiden 'Enayiler listesi' diye dalga geçilirdi. 'Devlete borcun varsa son gün ödeyeceksin. Alacağın varsa ilk gün alacaksın… Çünkü her iki şıkta da devlet vazgeçebilir...' türünden şakalar yapılırdı. 'Kurumsal Vatandaşlık' kavramı çıktığından bu yana işler bir nebze olsun değişti…
En azından öyle düşünüyordum… Oysa 100 kişilik bana göre 'Şeref' listesinde 35 işadamımız isminin açıklanmasını istememiş. Meraklısı tabii ki kolaylıkla en azından ilk 10 ismi, geçen yılların rekortmen listesine bakarak tespit edebilir. Geçen yıl ilk 10'da olup da bu yıl ilk 100'de görünmeyenler mesela… Kendilerini gizlemeyi tercih edenler haklarında nasıl düşünmemizi arzu ediyorlar acaba? Zenginliklerini dünya âleme ilan etmek istemedikleri için mi böyle geride duruyorlar? Bu 'mahcubiyet' size geçerli bir neden gibi geliyor mu?
Bizim kültürümüzde hayır hasenat gizli tutulur. Vergi gibi 'kutsal' addedilen bir konuda gösterilen bu 'gizli' mahcubiyetin, derhal farklı algılamalara kapısını ardına kadar açacağı kesindir.
Sanatçılar sıralamasında ilk üçü oluşturan Acun Ilıcalı, Cem Yılmaz, Seda Sayan'ın da içinde yer almaktan gurur duydukları bu listede adlarıyla sanlarıyla 'ben geçen yıl şu kadar vergi ödedim' diyen işadamlarımıza gösterdikleri 'kurumsal vatandaşlık örneği' tutumlarının, kendilerini saklayanları özendirmesini, hatta ders olmasını dileyelim. Vergi ödemekten hicap mı duyulur?
Kararlı bir biçimde 'Vergimi ödedim!' Demekten çekinenlerin, dolayısıyla her türlü şaibeye kapıyı açık tutanların, verdikleri sponsorluk desteklerinin, uygulamaya koydukları sosyal sorumluluk projelerinin ya da -biraz da abartalım- Ramazan'da donattıkları iftar sofralarının manası kalır mı?.
Hatırlatalım, 'kurumsal vatandaşlık'taki iddianız, birinci derecede verginizi ödeme konusundaki titizliğinizle ölçülür. 'Ödüyorum tabii ama adımıza ne gerek var canım. Bizi bilen biliyor. Ayrıca şimdi durduk yerde üstümüze maliyeyi falan çekmeyelim' rahatlığına izin vermeyecek bir titizlik… Hayır, sizi bilen bilmiyor. Adama sormazlar mı? 'Kurumsal vatandaş' değilsen nesin?
'Vergi rekortmeni' olmaktan hicap duymadıkları için 'Şeref Listesi'ndeki diğer iş insanlarımızı gönülden kutlama isteği duymak bile tuhaf değil mi sizce?
Mahkeme duvarındaki haç...
8'i Türk 10 kişinin katili Neo-Nazi örgütünün Münih'teki duruşmasında Batı medeniyetinin hukuk alanındaki üstünlüğüne (!) bir kez daha tanık olduk. Bizim milletvekillerinin üzerleri arandı. Öncesinde akredite basın meselesi için yaşanan bürokrasi de malum. Duruşmada NSU hücresinin sağ kalan tek üyesinin şovundan başlayarak, protesto haberlerine kadar ne varsa yazıldı, çizildi. Tepkilerin hepsini anladık ama bir tek CHP'li Mahmut Tanal'ın mahkeme duvarındaki haç'a bozulmasına pek bir mana veremedik doğrusu.
2004 yılında o dönemde Alman Anayasa Mahkemesi'nin (Karlsruhe) Başkan vekili Prof. Dr. Winfried Hassamer'in Hukuki Perspektifler Dergisi adına verdiği kapsamlı röportajdan şu cümleler, Mahmut Tanal Bey'e yeterli gelecektir:
'Fransız Anayasa geleneği kurtuluşunu, dini tamamıyla devletten uzak tutmakta aramıştır. Alman Anayasa geleneği ise kurtuluşunu, dini, insanların bir hayat tarzı olarak özellikle kabul etmekte görmüştür. Biz dine karşı bir devrim yapmadık. Bizde din, Fransa'ya ve tahmin ettiğim üzere Türkiye'ye de kıyasla bambaşka bir konuma sahiptir.'
Kızılması, eleştirilmesi gereken duvardaki haç değil, Alman hukuk sisteminin yabancılara karşı tutumlarında bir arpa boyu yol gitmemiş olduğunun da idrakine varamayıp, Batı'dan gelen her ne olursa olsun 'kabulümdür' sarhoşluğundan hâlâ ayılamayanlardır. Ne Batı'ymış! Oluşturdukları 'efsane algısı' öylesine güçlü ki, ayrım yapmadan insanı el üstünde tuttuklarına, dinleriyle yargı, yasama ve yürütme işlerini birbirine karıştırmadıklarına, mahkemelerinde haç olmayacağına, olmaması gerektiğine bile inandırabiliyorlar. İstediğiniz anlamları yükleyebilirsiniz elbette ama unutulmasın ki Batı, baştan aşağı Hıristiyan'dır. Yüzlerce yıl kölelere, kadınlara, işgal ettiği müstemleke ülkelerine en büyük zulmü reva görürken kilisede Hz. İsa'nın önünde göz yaşlarına boğulan o Hıristiyan Batı değil miydi?... Şimdi aynı İsa'nın hacı altında adalet dağıtmasında
ne beis (!) var ki?..
Erteleme sanatı ve üstadları...
Piyasadaki dergiler arasında Psikeart'ın bende ayrı bir yeri vardır. Hangi temayla yayınlanırsa yayınlansın, okuma iştahınızı kabartmakla kalmaz ve sizi ille de bilmeniz gerekip de bilmediğinizi fark ettiren olağanüstü incelikteki ayrıntılarla buluşturur.
Yeni sayısının konusu: 'Erteleme.'
Hangimiz bu dertten mustarip değilizdir ki? Ya da hangimiz eskaza nimet olabilecek bir 'ertelemeden' nasiplenmeyi bilemeyip telaşımıza yenilmemişizdir ki? Erteleme davranışlarının altında neler neler yatabileceğini derginin sahibi ve aynı zamanda Genel Yayın Yönetmeni Prof. Dr. M. Emin Önder'den öğreniyoruz. Anksiyete ve depresyon ihtimallerinin yanı sıra ertelemeye yatkın insan özellikleri arasında şunlar olabilirmiş:
- Hata yapmaktan aşırı endişe duyma,
- Ağır ve acımasız bir şekilde kendini eleştiren bir kişilik yapısı,
- Başkalarını geçme ya da kendi beklentilerini aşma gayreti gibi özellikleri bünyesinde barındıran mükemmelliyetçilik.
Erteleme denilince ne anlamamız gerektiğini de güzel güzel anlatmış M. Emin Önder kardeşimiz:
'Kabaca erteleme, sonuçların kötü olacağını bilmesine rağmen kişinin bilinçli olarak harekete geçememe halidir. Karar ve davranış boyutunda yaşanan bir öteleme hali. Bu öteleme, kişilerde kısa süreli de olsa bir rahatlamaya neden olur. Rahatlatıcı etkisinden dolayı erteleme tekrarlanan bir davranış haline kolayca dönüşebilir. Erteleme davranışı sürekli bir hal almaya başladığında ise kişilerde olumsuz duygular, artan bir anksiyete gözlenmeye başlar.'
Psikeart dergisinde hayatın pek çok alanından seçilmiş ertelemelere dair yazıların içinden bir tanesi var ki; işte o sayfalarda duraklıyorum. Sinan Sülün'ün 'Bir Erteleme Söyleminden Parçalar' başlıklı makale, 'Hayallerin Peşinde' (Revolutionary Road) adlı unutulmaz Sam Mendes filminin tam da özüne şöyle bir dokunup geçiveriyor.
'Erteleme' bahsinde bu filmden söz etmeden geçilebilir mi?
Hayatını ertelemiş bir kadının (Kate Winslet) kendisini 'okumaktan' çok uzak eşiyle (Leonardo DiCaprio) yaşadıkları müthiş dram, ne kadar duygusal ve düşündürücüdür…
Bana göre erteleme sanatının üstadları, en çok konformistler ve sosyal şımarıklar arasından çıkıyor. Kendilerine verdikleri hasarın bin katını en yakınlarındaki kişileri inciterek tedavi olanlara da rastlamak mümkün tabii.
En azından öyle düşünüyordum… Oysa 100 kişilik bana göre 'Şeref' listesinde 35 işadamımız isminin açıklanmasını istememiş. Meraklısı tabii ki kolaylıkla en azından ilk 10 ismi, geçen yılların rekortmen listesine bakarak tespit edebilir. Geçen yıl ilk 10'da olup da bu yıl ilk 100'de görünmeyenler mesela… Kendilerini gizlemeyi tercih edenler haklarında nasıl düşünmemizi arzu ediyorlar acaba? Zenginliklerini dünya âleme ilan etmek istemedikleri için mi böyle geride duruyorlar? Bu 'mahcubiyet' size geçerli bir neden gibi geliyor mu?
Bizim kültürümüzde hayır hasenat gizli tutulur. Vergi gibi 'kutsal' addedilen bir konuda gösterilen bu 'gizli' mahcubiyetin, derhal farklı algılamalara kapısını ardına kadar açacağı kesindir.
Sanatçılar sıralamasında ilk üçü oluşturan Acun Ilıcalı, Cem Yılmaz, Seda Sayan'ın da içinde yer almaktan gurur duydukları bu listede adlarıyla sanlarıyla 'ben geçen yıl şu kadar vergi ödedim' diyen işadamlarımıza gösterdikleri 'kurumsal vatandaşlık örneği' tutumlarının, kendilerini saklayanları özendirmesini, hatta ders olmasını dileyelim. Vergi ödemekten hicap mı duyulur?
Kararlı bir biçimde 'Vergimi ödedim!' Demekten çekinenlerin, dolayısıyla her türlü şaibeye kapıyı açık tutanların, verdikleri sponsorluk desteklerinin, uygulamaya koydukları sosyal sorumluluk projelerinin ya da -biraz da abartalım- Ramazan'da donattıkları iftar sofralarının manası kalır mı?.
Hatırlatalım, 'kurumsal vatandaşlık'taki iddianız, birinci derecede verginizi ödeme konusundaki titizliğinizle ölçülür. 'Ödüyorum tabii ama adımıza ne gerek var canım. Bizi bilen biliyor. Ayrıca şimdi durduk yerde üstümüze maliyeyi falan çekmeyelim' rahatlığına izin vermeyecek bir titizlik… Hayır, sizi bilen bilmiyor. Adama sormazlar mı? 'Kurumsal vatandaş' değilsen nesin?
'Vergi rekortmeni' olmaktan hicap duymadıkları için 'Şeref Listesi'ndeki diğer iş insanlarımızı gönülden kutlama isteği duymak bile tuhaf değil mi sizce?
Mahkeme duvarındaki haç...
8'i Türk 10 kişinin katili Neo-Nazi örgütünün Münih'teki duruşmasında Batı medeniyetinin hukuk alanındaki üstünlüğüne (!) bir kez daha tanık olduk. Bizim milletvekillerinin üzerleri arandı. Öncesinde akredite basın meselesi için yaşanan bürokrasi de malum. Duruşmada NSU hücresinin sağ kalan tek üyesinin şovundan başlayarak, protesto haberlerine kadar ne varsa yazıldı, çizildi. Tepkilerin hepsini anladık ama bir tek CHP'li Mahmut Tanal'ın mahkeme duvarındaki haç'a bozulmasına pek bir mana veremedik doğrusu.
2004 yılında o dönemde Alman Anayasa Mahkemesi'nin (Karlsruhe) Başkan vekili Prof. Dr. Winfried Hassamer'in Hukuki Perspektifler Dergisi adına verdiği kapsamlı röportajdan şu cümleler, Mahmut Tanal Bey'e yeterli gelecektir:
'Fransız Anayasa geleneği kurtuluşunu, dini tamamıyla devletten uzak tutmakta aramıştır. Alman Anayasa geleneği ise kurtuluşunu, dini, insanların bir hayat tarzı olarak özellikle kabul etmekte görmüştür. Biz dine karşı bir devrim yapmadık. Bizde din, Fransa'ya ve tahmin ettiğim üzere Türkiye'ye de kıyasla bambaşka bir konuma sahiptir.'
Kızılması, eleştirilmesi gereken duvardaki haç değil, Alman hukuk sisteminin yabancılara karşı tutumlarında bir arpa boyu yol gitmemiş olduğunun da idrakine varamayıp, Batı'dan gelen her ne olursa olsun 'kabulümdür' sarhoşluğundan hâlâ ayılamayanlardır. Ne Batı'ymış! Oluşturdukları 'efsane algısı' öylesine güçlü ki, ayrım yapmadan insanı el üstünde tuttuklarına, dinleriyle yargı, yasama ve yürütme işlerini birbirine karıştırmadıklarına, mahkemelerinde haç olmayacağına, olmaması gerektiğine bile inandırabiliyorlar. İstediğiniz anlamları yükleyebilirsiniz elbette ama unutulmasın ki Batı, baştan aşağı Hıristiyan'dır. Yüzlerce yıl kölelere, kadınlara, işgal ettiği müstemleke ülkelerine en büyük zulmü reva görürken kilisede Hz. İsa'nın önünde göz yaşlarına boğulan o Hıristiyan Batı değil miydi?... Şimdi aynı İsa'nın hacı altında adalet dağıtmasında
ne beis (!) var ki?..
Erteleme sanatı ve üstadları...
Piyasadaki dergiler arasında Psikeart'ın bende ayrı bir yeri vardır. Hangi temayla yayınlanırsa yayınlansın, okuma iştahınızı kabartmakla kalmaz ve sizi ille de bilmeniz gerekip de bilmediğinizi fark ettiren olağanüstü incelikteki ayrıntılarla buluşturur.
Yeni sayısının konusu: 'Erteleme.'
Hangimiz bu dertten mustarip değilizdir ki? Ya da hangimiz eskaza nimet olabilecek bir 'ertelemeden' nasiplenmeyi bilemeyip telaşımıza yenilmemişizdir ki? Erteleme davranışlarının altında neler neler yatabileceğini derginin sahibi ve aynı zamanda Genel Yayın Yönetmeni Prof. Dr. M. Emin Önder'den öğreniyoruz. Anksiyete ve depresyon ihtimallerinin yanı sıra ertelemeye yatkın insan özellikleri arasında şunlar olabilirmiş:
- Hata yapmaktan aşırı endişe duyma,
- Ağır ve acımasız bir şekilde kendini eleştiren bir kişilik yapısı,
- Başkalarını geçme ya da kendi beklentilerini aşma gayreti gibi özellikleri bünyesinde barındıran mükemmelliyetçilik.
Erteleme denilince ne anlamamız gerektiğini de güzel güzel anlatmış M. Emin Önder kardeşimiz:
'Kabaca erteleme, sonuçların kötü olacağını bilmesine rağmen kişinin bilinçli olarak harekete geçememe halidir. Karar ve davranış boyutunda yaşanan bir öteleme hali. Bu öteleme, kişilerde kısa süreli de olsa bir rahatlamaya neden olur. Rahatlatıcı etkisinden dolayı erteleme tekrarlanan bir davranış haline kolayca dönüşebilir. Erteleme davranışı sürekli bir hal almaya başladığında ise kişilerde olumsuz duygular, artan bir anksiyete gözlenmeye başlar.'
Psikeart dergisinde hayatın pek çok alanından seçilmiş ertelemelere dair yazıların içinden bir tanesi var ki; işte o sayfalarda duraklıyorum. Sinan Sülün'ün 'Bir Erteleme Söyleminden Parçalar' başlıklı makale, 'Hayallerin Peşinde' (Revolutionary Road) adlı unutulmaz Sam Mendes filminin tam da özüne şöyle bir dokunup geçiveriyor.
'Erteleme' bahsinde bu filmden söz etmeden geçilebilir mi?
Hayatını ertelemiş bir kadının (Kate Winslet) kendisini 'okumaktan' çok uzak eşiyle (Leonardo DiCaprio) yaşadıkları müthiş dram, ne kadar duygusal ve düşündürücüdür…
Bana göre erteleme sanatının üstadları, en çok konformistler ve sosyal şımarıklar arasından çıkıyor. Kendilerine verdikleri hasarın bin katını en yakınlarındaki kişileri inciterek tedavi olanlara da rastlamak mümkün tabii.