''''Ne Yapmalı?'''' sorusunun yanıtını hedef belirler 16.04.2013
CHP Adana Milletvekili Turgay Develi, partisinin iletişim problemi olduğuna işaret edip 'Sosyete partisi olduk' diyecek kadar sert ama bir o kadar etkili bir 'çözümleme' yapmış. Cesur açıklamaları nedeniyle kendisini kutlamak gerekir:
'Bizim tarihsel eksikliğimiz ve yanılgımız şu: Yıllarca laiklik peşinde koştuk, başörtüsü ile mücadele ettik ve sistemin savunma refleksini hep ön plana çıkardık. Yanlış yaptık. Sosyete partisi olduk. Bu da partimizi bugünkü hale getirdi. (...) Sonuçlar üzerinden siyaset yaparak bir yere varılamaz. Sonuçların nedenleri üzerinden bir yol izlemek lazım. Biz onlara samimi gelmiyoruz, inandırıcı gelmiyoruz. Ama halkın ayağına gideceğiz, dizinin dibine oturacağız ve partimizin programlarında aslında var olan temel sorunlara çözüm önerilerimizi anlatacağız. (...) Biz cami cemaatinden korktuk, uzaklaştırıldık. Bunlar soğuk savaş siyaset diliydi. Türkiye'de ülkücü, devrimci, milli görüşçü ve sosyalistler olarak bu dili kullana kullana kamplara bölündük.'
Sayın Kılıçdaroğlu da katılıyor mu dersiniz bu tespitlere? Bence içinde bir yerlerde katılıyordur da…Teslim etmesi zordur bazı gerçekleri.
Öte yandan 'Ne yapmalı?' sorusuna yanıtı olan çıkar da 'Nasıl yapmalı?' sorusunun yanıtını bulmak zordur. V.İ. Lenin'in ünlü 'Ne yapmalı?' adlı kitapçığında, yola çıktığı soruda ilk adımın 'Nereden başlamalı?' olduğunun altını çizer.
CHP'nin başlayacağı yer de 'Hedefimiz ne olmalı?' sorusunun yanıtını bulmak olmalıdır. Yanıt 'tek başına iktidar' ise eğer, o zaman ortada ne varsa hepsi tekrar gözden geçirilmelidir. Eğer hedef tek başına iktidar değil de, 'koalisyon veya muhalefet' ise, strateji ona göre şekillenir.
Ancak hedef meselesi çözümlendikten sonra 'ne yapmalı?' ve 'nasıl yapmalı?'ya sıra gelebilir.
'İtibar' ancak bu kadar 'itibarsızlaştırılır'…
İtibar önemli mi? Tabii ki çok önemli. Her şeyin başı da sonu da o… İnsanlar da, markalar da, şirketler de, ülkeler de onun için çabalamıyorlar mı?.. O yüzden titizlikle üzerinde durulmalı itibarın.
Burada da sözünü etmiştik. Dün piyasaya çıkan Marketing Türkiye'de, bir mesleki sektör dergisi olduğu için daha ayrıntılı yazdık. Sonuç vahim… İtibar araştırması ve ölçümü, halk ve etkileyiciler nezdinde ancak bu kadar itibarsızlaştırılabilir…
Üç araştırma var ortada. Belki daha da çok da. Biz üç tanesini gördük. Adları biraz değişik gibi (!). Biri en beğenilen'leri seçmiş, diğeri en itibarlı'ları, üçüncüsü en değerli'leri. Ha Hoca Ali; ha Ali Hoca…
Birincisi ile ikincisini aynı şirket yapmış: GFK… Capital dergisi için yaptığı birincisinde yöneticilere sormuş. Kendi 'Repman' adını verdiği ürünü için, ikincisinde halka yöneltmiş soruları. Üçüncüsü ise Brandfinance imzasını taşıyor.
Birinciler şöyle sıralanıyor: İlk araştırmada, Turkcell ipi göğüslemiş, ikincide Arçelik, üçüncüde Türk Telekom.
İkinciler'de durum şu: İlk araştırmada Garanti ikinci olmuş, ikincide THY, üçüncüde de THY. 10'luk listede sonuç bir tek burada, o da iki araştırmada tutmuş. THY şanslı yani.
Üçüncüler'de durum farklı değil: İlk araştırmada Coca-Cola üçüncülüğü almış, ikincide Ülker, üçüncüde ise Akbank…
Buyurun… Bir de yurt dışından örnek verelim: Fortune 500 en beğenilenleri, ile Fonbrun'un İtibar Enstitüsü'nün (Reputation Institute) en beğenilen 10'larını karşılaştıralım mı?
Fortune Reputation Institute
1 Apple BMW - Mini
2 Google Walt Disney
3 Amazon.com Rolex
4 Starbucks Google
5 Coca-Cola Apple
6 IBM Sony
7 Southwest Microsoft
8 Berkshire Hathaway Canon
9 Walt Disney Nestle
10 FedEx Lego
Son yıllarda İspanya ve İngiltere başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde, bu arada Kanada'da, şirket ve kişilere ücreti mukabili 'çeşitli' ödüller ayarlayan (!) kuruluşların bulunduğu biliniyor. Bu ödüllerden bol bol alıp bunu büyük büyük anlatanlara bizde de rastlanıyor. Korkarız, kendi aralarında önlem almazlarsa, ne yazık ki, bu itibar araştırmaları da böyle bir itibarsız noktaya doğru sürüklenecekler.
Yıldızların Altında...
Aynı işi yapanlar arasında açık ara farkla biri çok önlerde yıldızlaşmış ise, diğer iyiler sıralamasında başlarda da olsanız iletişim açısından yapmamanız gerekenlerden biri de şudur:
Yıldız hakkında konuşurken içinizden geldiği gibi davranmak.
Söyledikleriniz doğru bile olsa 'kıskandığınız' için böyle konuştuğunuz düşünülecektir. 'Hani ağzınızla kuş tutsanız...' inandırıcı olamayacağınız durumlardan biri.
Geçtiğimiz haftalarda Mehmet Ali Erbil, Cem Yılmaz için 'Hükümeti eleştirmediğin sürece en iyi baba da sen olursun, en iyi kazanan da.' Dediğini öğrenmiştik. Hükümetten zerre kadar memnun olmayanların bile öncelikle bu beyanın altında 'bir komedyen çekememezliği' var mı yok mu diye akıllarından geçirdiklerini söylemek kehanet olmaz.
İlk akla gelen bu düşünceden sonra elbette, insanın 'Cem Yılmaz' olduktan sonra yalakalığa tenezzül edip etmeyeceği meselesi ise daha ileri bir soyutlama düzeyi gerektirebilir.
Akil İnsanlar Heyeti'ndeki başta Orhan Gencebay olmak üzere 'yıldız' isimler için ileri geri konuşan 'biraz daha az yıldız' kategorisindekilerin beyanlarını okuyup, işitince şu 'çekememezlik' duygusunun, hasedin neden kısa ömürlü bir etkisi olduğunu daha iyi anlayabiliyor insan.
Akil insanların faaliyetlerini izliyoruz. Bir kez daha gördük ki, projenin adı hariç tüm süreçleri mükemmel bir siyasi iletişim mozağinin taktik parçaçıklarıdır. Sadece öyle görmek, daha fazla kavramlar ve hedefler 'atfetmemek' yerinde olur.
'Bizim tarihsel eksikliğimiz ve yanılgımız şu: Yıllarca laiklik peşinde koştuk, başörtüsü ile mücadele ettik ve sistemin savunma refleksini hep ön plana çıkardık. Yanlış yaptık. Sosyete partisi olduk. Bu da partimizi bugünkü hale getirdi. (...) Sonuçlar üzerinden siyaset yaparak bir yere varılamaz. Sonuçların nedenleri üzerinden bir yol izlemek lazım. Biz onlara samimi gelmiyoruz, inandırıcı gelmiyoruz. Ama halkın ayağına gideceğiz, dizinin dibine oturacağız ve partimizin programlarında aslında var olan temel sorunlara çözüm önerilerimizi anlatacağız. (...) Biz cami cemaatinden korktuk, uzaklaştırıldık. Bunlar soğuk savaş siyaset diliydi. Türkiye'de ülkücü, devrimci, milli görüşçü ve sosyalistler olarak bu dili kullana kullana kamplara bölündük.'
Sayın Kılıçdaroğlu da katılıyor mu dersiniz bu tespitlere? Bence içinde bir yerlerde katılıyordur da…Teslim etmesi zordur bazı gerçekleri.
Öte yandan 'Ne yapmalı?' sorusuna yanıtı olan çıkar da 'Nasıl yapmalı?' sorusunun yanıtını bulmak zordur. V.İ. Lenin'in ünlü 'Ne yapmalı?' adlı kitapçığında, yola çıktığı soruda ilk adımın 'Nereden başlamalı?' olduğunun altını çizer.
CHP'nin başlayacağı yer de 'Hedefimiz ne olmalı?' sorusunun yanıtını bulmak olmalıdır. Yanıt 'tek başına iktidar' ise eğer, o zaman ortada ne varsa hepsi tekrar gözden geçirilmelidir. Eğer hedef tek başına iktidar değil de, 'koalisyon veya muhalefet' ise, strateji ona göre şekillenir.
Ancak hedef meselesi çözümlendikten sonra 'ne yapmalı?' ve 'nasıl yapmalı?'ya sıra gelebilir.
'İtibar' ancak bu kadar 'itibarsızlaştırılır'…
İtibar önemli mi? Tabii ki çok önemli. Her şeyin başı da sonu da o… İnsanlar da, markalar da, şirketler de, ülkeler de onun için çabalamıyorlar mı?.. O yüzden titizlikle üzerinde durulmalı itibarın.
Burada da sözünü etmiştik. Dün piyasaya çıkan Marketing Türkiye'de, bir mesleki sektör dergisi olduğu için daha ayrıntılı yazdık. Sonuç vahim… İtibar araştırması ve ölçümü, halk ve etkileyiciler nezdinde ancak bu kadar itibarsızlaştırılabilir…
Üç araştırma var ortada. Belki daha da çok da. Biz üç tanesini gördük. Adları biraz değişik gibi (!). Biri en beğenilen'leri seçmiş, diğeri en itibarlı'ları, üçüncüsü en değerli'leri. Ha Hoca Ali; ha Ali Hoca…
Birincisi ile ikincisini aynı şirket yapmış: GFK… Capital dergisi için yaptığı birincisinde yöneticilere sormuş. Kendi 'Repman' adını verdiği ürünü için, ikincisinde halka yöneltmiş soruları. Üçüncüsü ise Brandfinance imzasını taşıyor.
Birinciler şöyle sıralanıyor: İlk araştırmada, Turkcell ipi göğüslemiş, ikincide Arçelik, üçüncüde Türk Telekom.
İkinciler'de durum şu: İlk araştırmada Garanti ikinci olmuş, ikincide THY, üçüncüde de THY. 10'luk listede sonuç bir tek burada, o da iki araştırmada tutmuş. THY şanslı yani.
Üçüncüler'de durum farklı değil: İlk araştırmada Coca-Cola üçüncülüğü almış, ikincide Ülker, üçüncüde ise Akbank…
Buyurun… Bir de yurt dışından örnek verelim: Fortune 500 en beğenilenleri, ile Fonbrun'un İtibar Enstitüsü'nün (Reputation Institute) en beğenilen 10'larını karşılaştıralım mı?
Fortune Reputation Institute
1 Apple BMW - Mini
2 Google Walt Disney
3 Amazon.com Rolex
4 Starbucks Google
5 Coca-Cola Apple
6 IBM Sony
7 Southwest Microsoft
8 Berkshire Hathaway Canon
9 Walt Disney Nestle
10 FedEx Lego
Son yıllarda İspanya ve İngiltere başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde, bu arada Kanada'da, şirket ve kişilere ücreti mukabili 'çeşitli' ödüller ayarlayan (!) kuruluşların bulunduğu biliniyor. Bu ödüllerden bol bol alıp bunu büyük büyük anlatanlara bizde de rastlanıyor. Korkarız, kendi aralarında önlem almazlarsa, ne yazık ki, bu itibar araştırmaları da böyle bir itibarsız noktaya doğru sürüklenecekler.
Yıldızların Altında...
Aynı işi yapanlar arasında açık ara farkla biri çok önlerde yıldızlaşmış ise, diğer iyiler sıralamasında başlarda da olsanız iletişim açısından yapmamanız gerekenlerden biri de şudur:
Yıldız hakkında konuşurken içinizden geldiği gibi davranmak.
Söyledikleriniz doğru bile olsa 'kıskandığınız' için böyle konuştuğunuz düşünülecektir. 'Hani ağzınızla kuş tutsanız...' inandırıcı olamayacağınız durumlardan biri.
Geçtiğimiz haftalarda Mehmet Ali Erbil, Cem Yılmaz için 'Hükümeti eleştirmediğin sürece en iyi baba da sen olursun, en iyi kazanan da.' Dediğini öğrenmiştik. Hükümetten zerre kadar memnun olmayanların bile öncelikle bu beyanın altında 'bir komedyen çekememezliği' var mı yok mu diye akıllarından geçirdiklerini söylemek kehanet olmaz.
İlk akla gelen bu düşünceden sonra elbette, insanın 'Cem Yılmaz' olduktan sonra yalakalığa tenezzül edip etmeyeceği meselesi ise daha ileri bir soyutlama düzeyi gerektirebilir.
Akil İnsanlar Heyeti'ndeki başta Orhan Gencebay olmak üzere 'yıldız' isimler için ileri geri konuşan 'biraz daha az yıldız' kategorisindekilerin beyanlarını okuyup, işitince şu 'çekememezlik' duygusunun, hasedin neden kısa ömürlü bir etkisi olduğunu daha iyi anlayabiliyor insan.
Akil insanların faaliyetlerini izliyoruz. Bir kez daha gördük ki, projenin adı hariç tüm süreçleri mükemmel bir siyasi iletişim mozağinin taktik parçaçıklarıdır. Sadece öyle görmek, daha fazla kavramlar ve hedefler 'atfetmemek' yerinde olur.