"Sivil itaatsizlik nasıl yönetilir ?.."
22 Haziran 2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Kendisinin siyasi görüşü ile mutabık olduğumu söylemem mümkün değil. Ancak rahmetli Mehmet Ali Birand'la da uzun yıllar çalışmış ve sonrasında da 2002'deki büyük transformasyona karşı duran yazı ve belgesel çalışmalarıyla tanıdığımız Banu Avar'ın yaptığı işleri, önyargılarımın da farkında olarak ciddiye almışımdır…
Geçenlerde büyük bir firmanın genel müdürü bir dostumuz bana dedi ki: 'Gözlerime, kulaklarıma inanamadım… YouTube'dan Banu Avar programını, daha doğrusu 'mini belgeselini' mutlaka izle… Kaç yıl önce söylemiş, göstermiş bazı şeyleri… Bugün olanlarla benzerlikler çok çarpıcı'
Önyargılarımın farkındayım, dedim ya. Birkaç gün oralı olmadım… Sonra bir göz atayım dedim… Belgeseli izleyince de ben de inanamadım duyup gördüklerime… Sanki bugün çekilmiş bir TV programıydı… Sanki, Banu Avar hanım ile AK Parti, günün mana ve ehemmiyetini geldiği nokta açısından değerlendirmek üzere bir belgesel için anlaşmışlardı. Öylesine bir 'sözbirliği' durumu vardı adeta ortada.
Nasıl mı?
Mesela Banu Avar yıllar öncesinde yaptığı programda, 'Darbe imalatı' için sosyal paylaşım sitelerinde çoğaltılan yazılar ve videolarla sivil itaatsizliğe davet eden mesajlar verildiğinden, Batı istihbaratının bu alanda çalışmalar yürüten kuruluşu Otpor'dan söz ediyordu. Merkezi Belgrad'da bulunan ve 'Şiddet içermeyen direniş ve strateji merkezi' olarak lanse edilen, sivil itaatsizliği anlatan, liderliğini İvan Maroviç ve Srdja Popoviç'in yaptığı Canvas'ı anlatıyordu…
Canvas'ın 50 ülkede faaliyet gösterdiği iddia ediliyordu. Çeşitli ülkelerde şiddet içermeyen, ancak başladıktan sonra illegal şiddet yanlısı grupların katılımıyla kaotik bir ortamın doğuşunu sağlayan sivil itaatsizlik örneklerinin mebzul miktarda verildiği belgeselde, bir anlamda bugün yaşanan pek çok fiili olayın gerçekleşeceği yıllar öncesinde dile getiriliyordu…
Avar, Canvas'ın çıkardığı bir el kitabından söz ediyor. Bir tür 'manuel' (Kullanım, Uygulama Kılavuzu) imiş bu… Diktatörleri alaşağı etme taktiklerinin anlatıldığı kitapta, yürüyüşlerin, protesto toplantılarının nasıl barışçı bir şekilde başlatılacağı(!), halka sempatik gözükmek için nasıl çevrenin temizlenmesi gerektiği ifade ediliyormuş. Çok sayıda da eğitim(!) videosu çıkarmış olan ve nereden destek aldığı hiç de gizli olmayan örgüt, Gil Scott-Heron'un parçası 'The Revolution Will Not Be Televised' gibi etkili şarkılara son derece 'yaratıcı' kliplerin yapılması da bu 'çalışmaların bir parçası'... Bu arada olağanüstü bir yaratıcı çalışma ile hazırlanmış ve 'Bu reklam panosunu ben kırdım' adıyla sosyal medyada dolaşıma sokulmuş olan süper etkili filmin de tesadüfen ortalığa döküldüğünü iddia etmek, bu belgeseli izledikten sonra insana zor gelebilir.
YouTube'a 'Banu Avar Suriye Kış' yazdığınızda ilk sırada çıkan belgeselin final cümlesi ise kulağa küpe olacak türden: 'Zalimin yanında yer alanlar birgün sıranın kendilerine de geleceğini bilmeli'…
'Artık neye ve kime inanacağımı şaşırdım' diyenler, olup bitenin aslı astarını idrak etmekte zorlananlar için, zihnimizi sadeleştirmekte yarar var.
Bu dönemde en doğru ile en yanlış birarada ifade edilse de, mesaj kirliliğinden etkilenmeyen tek bir canlı bile kalmasa da, çıkış yolunun 'Kültür ve değerler' meselesinde yattığını unutmamalıyız.
Henry Kissinger'ın lafıdır: 'Bir şeyin gerçek olması pek o kadar önemli değildir; fakat onun gerçek olarak algılanması çok önemlidir.'
Bu lâf doğrudur doğru olmasına da, uzun vadede bakıldığı zaman Algılama Yönetimi adı verilen disiplinin temel kurallarından birisinin 'Kültür ve değerlere uyum' olduğu unutulmamalıdır. Eski köye yeni adet getirebilirsin getirmesine de, 'salyangoz' misali satış ürünlerinin de müşterisi çıkmadığında tezgahını toplayıp başka yerde dükkân açmanız, tam da bu 'değerler sistemi' nedeniyle kaçınılmaz olabilir. Çünkü, 'Değerler' noktasında farklı 'Kültürler', farklı yollarda yürüseler de cıva gibi aynı noktada kendiliğinden buluşur. Bu Ülke'de yaşayan pek çok duyarlı insanın kulak verdiği, Gezi Parkı'nın çekirdek gençliği, farklı 'kültür'lere kapılarını sonuna kadar açsalar da, 'değerler' konusunda (haksızlığa karşı çıkmak, yalan söylememek, taraf tutarken bile dürüst kalmak, vs.) kendilerini 'kullanmaya' çalışanlara karşı bayrak açacak kadar haysiyetlidir de. İtaat kültüründen gelmedikleri doğrudur. Ancak 'Sivil itaatsizlik' üzerinden bir dayatmayla karşılaştıklarında da itaat göstermeyecekleri kesindir. Araştırma sonuçları da böyle söylüyor. Toynbee'nin Türklerin Batılıları hep şaşırttığını tespit etmesinin nedeni de bu olmasın?
Merkel'e mektup hangi stratejinin aksiyonudur?
Siyasetin iletişim boyutunu ülkenin gündelik hayatındaki tartıştığı konuların dinamizmi içinde değerlendirmeye kalksak, Salı grup toplantılarındaki yüksek ses tonuna terkedilmiş bir 'cevap yetiştirme' iddialaşmasının içinde kaldığımızı tespit etmekle işe başlarız. Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz, diye düşünüp sözle eylemin uyum içinde olması arzusuyla aksiyon bekleyenlere Sayın Kılıçdaroğlu'ndan şahane bir 'kalkışma' ile yanıt verilmiş gibi.
Kemal Bey, bir süredir Hayali Dünya Cezalandırma Konseyi Başkanı imişcesine tavırlar içine girip, yeni Nazilerinin estirdiği terörü kadife eldiveniyle neredeyse okşayan Merkel hanımefendiye bir mektup yazdı ve özetle şöyle dedi:
'Türkiye'nin Birliğe üye olamayacağı yönünde bir tutum içine girilmesi haksız, yersiz ve yanlıştır.'
Bu cümlesinin bir öncesinde hükümeti Batılı bir Başbakan'a şikayet etmesini 'muhalefet' anlayışının bir türlü önüne geçemediği bir 'eziklik refleksi' olarak görsek de, yine de Gezi Parkı'nın çekirdek halkasının Türkiye'ye gönderdiği 'mektup'tan CHP'nin de mesajlarını almaya başladığı söylenebilir mi? Düellodan tartışmaya (debate) geçmenin pek de kolay olmayacağını hissettiğimiz şu günlerde Kılıçdaroğlu'nun Merkel'e mektubuyla verdiği işareti nasıl değerlendirmeliyiz?
Merkel'e mektup, hangi iletişim stratejisinin aksiyonudur? Acaba CHP, bugüne kadar özünü bir türlü net olarak anlayamadığımız Türkiye-AB ilişkileri konusundaki 'müphem' politikasının üzerinde çalışıp, seçimler öncesinde bu konudaki kafa karışıklığının önüne geçmeye niyetlenmiş olabilir mi? Keşke niyetlenmiş olsa. Siyasi iletişim iktidar için yapıldığından, bu kez CHP'nin hedefini muhalefet koltuğundan ülkeyi yönetme iddiasına taşıdığını görmek, demokrasi adına ne büyük bir adım olurdu.
Kendisinin siyasi görüşü ile mutabık olduğumu söylemem mümkün değil. Ancak rahmetli Mehmet Ali Birand'la da uzun yıllar çalışmış ve sonrasında da 2002'deki büyük transformasyona karşı duran yazı ve belgesel çalışmalarıyla tanıdığımız Banu Avar'ın yaptığı işleri, önyargılarımın da farkında olarak ciddiye almışımdır…
Geçenlerde büyük bir firmanın genel müdürü bir dostumuz bana dedi ki: 'Gözlerime, kulaklarıma inanamadım… YouTube'dan Banu Avar programını, daha doğrusu 'mini belgeselini' mutlaka izle… Kaç yıl önce söylemiş, göstermiş bazı şeyleri… Bugün olanlarla benzerlikler çok çarpıcı'
Önyargılarımın farkındayım, dedim ya. Birkaç gün oralı olmadım… Sonra bir göz atayım dedim… Belgeseli izleyince de ben de inanamadım duyup gördüklerime… Sanki bugün çekilmiş bir TV programıydı… Sanki, Banu Avar hanım ile AK Parti, günün mana ve ehemmiyetini geldiği nokta açısından değerlendirmek üzere bir belgesel için anlaşmışlardı. Öylesine bir 'sözbirliği' durumu vardı adeta ortada.
Nasıl mı?
Mesela Banu Avar yıllar öncesinde yaptığı programda, 'Darbe imalatı' için sosyal paylaşım sitelerinde çoğaltılan yazılar ve videolarla sivil itaatsizliğe davet eden mesajlar verildiğinden, Batı istihbaratının bu alanda çalışmalar yürüten kuruluşu Otpor'dan söz ediyordu. Merkezi Belgrad'da bulunan ve 'Şiddet içermeyen direniş ve strateji merkezi' olarak lanse edilen, sivil itaatsizliği anlatan, liderliğini İvan Maroviç ve Srdja Popoviç'in yaptığı Canvas'ı anlatıyordu…
Canvas'ın 50 ülkede faaliyet gösterdiği iddia ediliyordu. Çeşitli ülkelerde şiddet içermeyen, ancak başladıktan sonra illegal şiddet yanlısı grupların katılımıyla kaotik bir ortamın doğuşunu sağlayan sivil itaatsizlik örneklerinin mebzul miktarda verildiği belgeselde, bir anlamda bugün yaşanan pek çok fiili olayın gerçekleşeceği yıllar öncesinde dile getiriliyordu…
Avar, Canvas'ın çıkardığı bir el kitabından söz ediyor. Bir tür 'manuel' (Kullanım, Uygulama Kılavuzu) imiş bu… Diktatörleri alaşağı etme taktiklerinin anlatıldığı kitapta, yürüyüşlerin, protesto toplantılarının nasıl barışçı bir şekilde başlatılacağı(!), halka sempatik gözükmek için nasıl çevrenin temizlenmesi gerektiği ifade ediliyormuş. Çok sayıda da eğitim(!) videosu çıkarmış olan ve nereden destek aldığı hiç de gizli olmayan örgüt, Gil Scott-Heron'un parçası 'The Revolution Will Not Be Televised' gibi etkili şarkılara son derece 'yaratıcı' kliplerin yapılması da bu 'çalışmaların bir parçası'... Bu arada olağanüstü bir yaratıcı çalışma ile hazırlanmış ve 'Bu reklam panosunu ben kırdım' adıyla sosyal medyada dolaşıma sokulmuş olan süper etkili filmin de tesadüfen ortalığa döküldüğünü iddia etmek, bu belgeseli izledikten sonra insana zor gelebilir.
YouTube'a 'Banu Avar Suriye Kış' yazdığınızda ilk sırada çıkan belgeselin final cümlesi ise kulağa küpe olacak türden: 'Zalimin yanında yer alanlar birgün sıranın kendilerine de geleceğini bilmeli'…
'Artık neye ve kime inanacağımı şaşırdım' diyenler, olup bitenin aslı astarını idrak etmekte zorlananlar için, zihnimizi sadeleştirmekte yarar var.
Bu dönemde en doğru ile en yanlış birarada ifade edilse de, mesaj kirliliğinden etkilenmeyen tek bir canlı bile kalmasa da, çıkış yolunun 'Kültür ve değerler' meselesinde yattığını unutmamalıyız.
Henry Kissinger'ın lafıdır: 'Bir şeyin gerçek olması pek o kadar önemli değildir; fakat onun gerçek olarak algılanması çok önemlidir.'
Bu lâf doğrudur doğru olmasına da, uzun vadede bakıldığı zaman Algılama Yönetimi adı verilen disiplinin temel kurallarından birisinin 'Kültür ve değerlere uyum' olduğu unutulmamalıdır. Eski köye yeni adet getirebilirsin getirmesine de, 'salyangoz' misali satış ürünlerinin de müşterisi çıkmadığında tezgahını toplayıp başka yerde dükkân açmanız, tam da bu 'değerler sistemi' nedeniyle kaçınılmaz olabilir. Çünkü, 'Değerler' noktasında farklı 'Kültürler', farklı yollarda yürüseler de cıva gibi aynı noktada kendiliğinden buluşur. Bu Ülke'de yaşayan pek çok duyarlı insanın kulak verdiği, Gezi Parkı'nın çekirdek gençliği, farklı 'kültür'lere kapılarını sonuna kadar açsalar da, 'değerler' konusunda (haksızlığa karşı çıkmak, yalan söylememek, taraf tutarken bile dürüst kalmak, vs.) kendilerini 'kullanmaya' çalışanlara karşı bayrak açacak kadar haysiyetlidir de. İtaat kültüründen gelmedikleri doğrudur. Ancak 'Sivil itaatsizlik' üzerinden bir dayatmayla karşılaştıklarında da itaat göstermeyecekleri kesindir. Araştırma sonuçları da böyle söylüyor. Toynbee'nin Türklerin Batılıları hep şaşırttığını tespit etmesinin nedeni de bu olmasın?
Merkel'e mektup hangi stratejinin aksiyonudur?
Siyasetin iletişim boyutunu ülkenin gündelik hayatındaki tartıştığı konuların dinamizmi içinde değerlendirmeye kalksak, Salı grup toplantılarındaki yüksek ses tonuna terkedilmiş bir 'cevap yetiştirme' iddialaşmasının içinde kaldığımızı tespit etmekle işe başlarız. Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz, diye düşünüp sözle eylemin uyum içinde olması arzusuyla aksiyon bekleyenlere Sayın Kılıçdaroğlu'ndan şahane bir 'kalkışma' ile yanıt verilmiş gibi.
Kemal Bey, bir süredir Hayali Dünya Cezalandırma Konseyi Başkanı imişcesine tavırlar içine girip, yeni Nazilerinin estirdiği terörü kadife eldiveniyle neredeyse okşayan Merkel hanımefendiye bir mektup yazdı ve özetle şöyle dedi:
'Türkiye'nin Birliğe üye olamayacağı yönünde bir tutum içine girilmesi haksız, yersiz ve yanlıştır.'
Bu cümlesinin bir öncesinde hükümeti Batılı bir Başbakan'a şikayet etmesini 'muhalefet' anlayışının bir türlü önüne geçemediği bir 'eziklik refleksi' olarak görsek de, yine de Gezi Parkı'nın çekirdek halkasının Türkiye'ye gönderdiği 'mektup'tan CHP'nin de mesajlarını almaya başladığı söylenebilir mi? Düellodan tartışmaya (debate) geçmenin pek de kolay olmayacağını hissettiğimiz şu günlerde Kılıçdaroğlu'nun Merkel'e mektubuyla verdiği işareti nasıl değerlendirmeliyiz?
Merkel'e mektup, hangi iletişim stratejisinin aksiyonudur? Acaba CHP, bugüne kadar özünü bir türlü net olarak anlayamadığımız Türkiye-AB ilişkileri konusundaki 'müphem' politikasının üzerinde çalışıp, seçimler öncesinde bu konudaki kafa karışıklığının önüne geçmeye niyetlenmiş olabilir mi? Keşke niyetlenmiş olsa. Siyasi iletişim iktidar için yapıldığından, bu kez CHP'nin hedefini muhalefet koltuğundan ülkeyi yönetme iddiasına taşıdığını görmek, demokrasi adına ne büyük bir adım olurdu.