Tanrı yoksa her şey mübahtır 12.01.2013
Yukarıdaki başlığın menşei konusunda rivayet muhtelif... Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sından Raskolnikov'un cümlesi diye aklımda kalmış. Yeni baskılı kitaplardan aradığımda bulamadım. Laf bana ait olamayacağına göre mutlaka bir sahibi olmalıydı. Menşei sahih olmasa da çok önemli bir aforizma olduğu kesin...
Paris'te üç PKK'lı kadın yöneticinin öldürülmesiyle ilgili 'derin infaz' başlıkları, bir muammaya dikkat çekmesi kadar yukardaki sözü hatırlatması açısından da ilginç göründü bana.
Kimin başlattığı bilinmeyen kavgalar, kuralsızlığın kuralının egemen olduğu siyasi çatışmalar, Tanrı'nın olmadığının düşünülebileceği ortamlar her türlü analizi, akıl yürütmeyi, sağlıklı bir sonuca varmayı akim kılabilir.
Bazılarının 'Kürt siyasetçileri' diye andığı üç kadın PKK yöneticisinin öldürülmesinin arkasında kimin ya da kimlerin olabileceğine ilişkin ileri sürülecek her türlü spekülasyon ve aşırı yorum, sadece ve sadece bu 'infazı' gerçekleştirenlerin amacına hizmet edecektir.
Abdi İpekçi cinayetini hatırlayınız... Ya da Uğur Mumcu cinayetini... Ve bu iki cinayetten sonraki iletişim kaoslarını... Kimler kârlı çıkmıştır o iletişim kaoslarından?
Bu tür ortamların iletişimi de kaos iletişimi kuralları çerçevesinde yürütülmelidir.
Nedir kaos iletişimi?
Bir: Bilmediğini bildiğini açıklamaktan çekinmemek.
İki: Komplo teorileri ortaya atmamak.
Üç: Açıktan ya da gizliden herhangi bir suçluya ya da sorumlu olduğu tahmin edilene işaret etmemek.
Dört: Kesin sonuçlar alınana kadar fazla konuşmamak.
Beş: Söz konusu olabilecek taraflarla ilgili olarak genellemeler yapmamak.
Bu beş hususa dikkat etmeden yürütülecek her türlü iletişim, infazcıların ekmeğine yağ sürecektir.
Erol Evgin'in bir cümlesi ne çok cümle ediyor
Aynı zamanda bir makine mühendisi olan İzmir Gaziemir Belediyesi Başkanı Halil İbrahim Şenol, inşaat bekçisi olarak görev yapan Celal Kılıçdaroğlu'na yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik 'kibarca' bir teklifte bulunmuş. Cevabını da 'kibarca' almış.
Hayatın tercihlerden ibaret olduğunu Gaziemir Belediye Başkanı Sayın Halil İbrahim Şenol'a birilerinin hatırlatması lazım. Tercihlerinde ısrarlı olanları görmek ve hele ki, hayatta 'ben burdayım' tellallığı yapmadan ayak durmayı bilenlerin tercihlerine saygı duymak için çok fazla ölçüp biçmeye ihtiyacımız yok. Sayın Celal Kılıçdaroğlu'nun seçtiği hayat biçimindeki kararlılığı ve tutarlığı anlamamak için hakikaten belediye başkanı olmak da gerekmiyor.
Kardeş Kılıçdaroğlu'na yapılan kibar teklifin haberini okuduğum zaman aklıma gelen Erol Evgin cümlesini sizlere de duyurmak istedim:
'İstediğim her şeyi yapabilecek kadar varlıklı değilim belki; ancak istemediğim şeylerin hiçbirini yapmayacak kadar varlıklıyım.'
Ne çok cümleyi içinde taşıyan bir kıssa değil mi?
Allah hepinizi Haneke'den korusun
Bu köşede sık sık sinema üzerine ahkam keserim. Bazen de haddimi aştığım bile söylenebilir. Çünkü ne SİYAD üyesi bir sinema yazarıyım, ne de 'ağır abi' şeklinde algılanabilecek bir sinema entelektüeli... Sadece sinemanın, tüm sanatlar gibi 'sanatların en yücesi olan' yaşama sanatına hizmet eden ve bir popüler kültür ürünü olduğuna inanan ortalama bir seyirciyim. Yani yazdıklarım lütfen bu çerçevede ele alına...
Popüler kültür meselesine karşı çıkarak 'sanat' veya 'auteur' sinemasından söz edecek arkadaşlara da, Amadeus, Detachment, Camdaki Kadın, Dünyaya Düşen Adam, Revolutionary Road gibi filmleri örnek göstererek 'hem farkında hem de Gülhane Parkı'nda' olunabileceğini savunmuşumdur. (Tarkovski, Wenders, Angelopoulos gibi ozan filozofları hariç tutuyorum.)
Oscar adayları ile ilgili naçizane görüşlerimi daha önce belirtmiştim. Oscar, her sene ABD'nin dolayısıyla kapitalizmin duygu dünyasının boyutunu, resmini her sene 'okuyabilenler için' çizer durur. Konjonktüre göre bu bir yıl müzikaller, bir yıl şiddetin şairleri, bir başka yıl savaş filmlerinden örnekler olur. Bu yıl da seçilen adaylarda Amerika'nın, Batı'nın, maneviyat arayışının ön plana çıkacağı belliydi. Bu yıl çoğunluğa hakim olan duygu, bir iki müstesna dışında budur. Fakat onların arasında bir yönetmen var ki, benim 'iyi yapılmış kötü film' listemin baş sırasına gelip oturmuştur. Michael Haneke'den ve Amour'dan söz ediyorum. Bu kadar kötücül bir ruh, hangi yaşama sanatına ait olabilir; merak ediyorum. Maneviyata bile yılana sarılır gibi sarılıyor. Bizim entelijansiyanın ölüp bayılmasına ise hiç şaşmıyorum. Aynı duyguda buluşmak için çırpınıyor olmasınlar.
Allah hepinizi Haneke zulmünden kurtarsın. Amin.
Paris'te üç PKK'lı kadın yöneticinin öldürülmesiyle ilgili 'derin infaz' başlıkları, bir muammaya dikkat çekmesi kadar yukardaki sözü hatırlatması açısından da ilginç göründü bana.
Kimin başlattığı bilinmeyen kavgalar, kuralsızlığın kuralının egemen olduğu siyasi çatışmalar, Tanrı'nın olmadığının düşünülebileceği ortamlar her türlü analizi, akıl yürütmeyi, sağlıklı bir sonuca varmayı akim kılabilir.
Bazılarının 'Kürt siyasetçileri' diye andığı üç kadın PKK yöneticisinin öldürülmesinin arkasında kimin ya da kimlerin olabileceğine ilişkin ileri sürülecek her türlü spekülasyon ve aşırı yorum, sadece ve sadece bu 'infazı' gerçekleştirenlerin amacına hizmet edecektir.
Abdi İpekçi cinayetini hatırlayınız... Ya da Uğur Mumcu cinayetini... Ve bu iki cinayetten sonraki iletişim kaoslarını... Kimler kârlı çıkmıştır o iletişim kaoslarından?
Bu tür ortamların iletişimi de kaos iletişimi kuralları çerçevesinde yürütülmelidir.
Nedir kaos iletişimi?
Bir: Bilmediğini bildiğini açıklamaktan çekinmemek.
İki: Komplo teorileri ortaya atmamak.
Üç: Açıktan ya da gizliden herhangi bir suçluya ya da sorumlu olduğu tahmin edilene işaret etmemek.
Dört: Kesin sonuçlar alınana kadar fazla konuşmamak.
Beş: Söz konusu olabilecek taraflarla ilgili olarak genellemeler yapmamak.
Bu beş hususa dikkat etmeden yürütülecek her türlü iletişim, infazcıların ekmeğine yağ sürecektir.
Erol Evgin'in bir cümlesi ne çok cümle ediyor
Aynı zamanda bir makine mühendisi olan İzmir Gaziemir Belediyesi Başkanı Halil İbrahim Şenol, inşaat bekçisi olarak görev yapan Celal Kılıçdaroğlu'na yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik 'kibarca' bir teklifte bulunmuş. Cevabını da 'kibarca' almış.
Hayatın tercihlerden ibaret olduğunu Gaziemir Belediye Başkanı Sayın Halil İbrahim Şenol'a birilerinin hatırlatması lazım. Tercihlerinde ısrarlı olanları görmek ve hele ki, hayatta 'ben burdayım' tellallığı yapmadan ayak durmayı bilenlerin tercihlerine saygı duymak için çok fazla ölçüp biçmeye ihtiyacımız yok. Sayın Celal Kılıçdaroğlu'nun seçtiği hayat biçimindeki kararlılığı ve tutarlığı anlamamak için hakikaten belediye başkanı olmak da gerekmiyor.
Kardeş Kılıçdaroğlu'na yapılan kibar teklifin haberini okuduğum zaman aklıma gelen Erol Evgin cümlesini sizlere de duyurmak istedim:
'İstediğim her şeyi yapabilecek kadar varlıklı değilim belki; ancak istemediğim şeylerin hiçbirini yapmayacak kadar varlıklıyım.'
Ne çok cümleyi içinde taşıyan bir kıssa değil mi?
Allah hepinizi Haneke'den korusun
Bu köşede sık sık sinema üzerine ahkam keserim. Bazen de haddimi aştığım bile söylenebilir. Çünkü ne SİYAD üyesi bir sinema yazarıyım, ne de 'ağır abi' şeklinde algılanabilecek bir sinema entelektüeli... Sadece sinemanın, tüm sanatlar gibi 'sanatların en yücesi olan' yaşama sanatına hizmet eden ve bir popüler kültür ürünü olduğuna inanan ortalama bir seyirciyim. Yani yazdıklarım lütfen bu çerçevede ele alına...
Popüler kültür meselesine karşı çıkarak 'sanat' veya 'auteur' sinemasından söz edecek arkadaşlara da, Amadeus, Detachment, Camdaki Kadın, Dünyaya Düşen Adam, Revolutionary Road gibi filmleri örnek göstererek 'hem farkında hem de Gülhane Parkı'nda' olunabileceğini savunmuşumdur. (Tarkovski, Wenders, Angelopoulos gibi ozan filozofları hariç tutuyorum.)
Oscar adayları ile ilgili naçizane görüşlerimi daha önce belirtmiştim. Oscar, her sene ABD'nin dolayısıyla kapitalizmin duygu dünyasının boyutunu, resmini her sene 'okuyabilenler için' çizer durur. Konjonktüre göre bu bir yıl müzikaller, bir yıl şiddetin şairleri, bir başka yıl savaş filmlerinden örnekler olur. Bu yıl da seçilen adaylarda Amerika'nın, Batı'nın, maneviyat arayışının ön plana çıkacağı belliydi. Bu yıl çoğunluğa hakim olan duygu, bir iki müstesna dışında budur. Fakat onların arasında bir yönetmen var ki, benim 'iyi yapılmış kötü film' listemin baş sırasına gelip oturmuştur. Michael Haneke'den ve Amour'dan söz ediyorum. Bu kadar kötücül bir ruh, hangi yaşama sanatına ait olabilir; merak ediyorum. Maneviyata bile yılana sarılır gibi sarılıyor. Bizim entelijansiyanın ölüp bayılmasına ise hiç şaşmıyorum. Aynı duyguda buluşmak için çırpınıyor olmasınlar.
Allah hepinizi Haneke zulmünden kurtarsın. Amin.