''''Üretemezsen rekabet edemezsin'''' 19.03.2013
Sonrada başlarına bela olacak deyimle 'İleri kapitalizm', dev sanayi tesislerinin üretim merkezi olma zahmeti ve kendi deyişleriyle 'pisliğinden' kurtulmayı hedeflemişti. Bununla da övünüyordu…
'Yaşasın, gayrı safi milli hasılada hizmet sektörünün payı üretim sektörünün payının çok önüne geçti!'… Yunanlı dostlarımın bana bu bağlamda rakamlar verdiklerini ve ABD'yi de rol model olarak alıp Türkiye'yi hâlâ 'Geri bir üretim ve tarım ülkesi' olarak aşağıladıklarını çok net hatırlıyorum.
Gelişmiş Batı ağır ve kirli sanayi tesislerini (!) hele de otomotiv fabrikalarını gelişmekte olan ülkelere kaydırmaya karar verdiğinde, aklı evvel toplum mühendisleri, bunun gelişmişliğin doğal sonucu olduğunu söylediler…
Sonra birden, 'çok gelişmiş' ancak 'maneviyatını kaybetmiş' olduğu bizzat kendileri tarafından tespit edilen Batı'nın finans sektörü, sanal dünyada at koşturan 'anonymous capital'in (isimsiz sermaye) baş rolü oynadığı büyük krizle yüz yüze geliverdi. Kriz virüsü, menşei ile ilişkide olan bütün ülkelere kısa zamanda bulaştı...
İşte, Doğuş Otomotiv'in (VW, Audi, Seat, Porsche vb.) Yönetim Kurulu Başkanı Aclan Acar'ın, Şelale Kadak'ın sorularını TV'de yanıtlarken söylediklerini bu çerçeveye oturttuk. Anadolu'yu karış karış dolaşan bir iş adamının gözlemlerinden çıkardığı sonuçların 'kıymeti' üzerine bir kez daha düşünme fırsatı bulduk. Küresel kriz rüzgârının bu topraklarda dilediğince güçlü fırtınalar estirememesinin şifreleri arasında 'güçlü üretim arzusu ve cesaretin' payı büyüktü...
Aclan Acar, 39 yıllık iş hayatında 70 cent'e muhtaç olunan yılları bizzat Merkez Bankası'nda çalışırken yaşamış biri olarak, hayli farklı, 'kendine güven duyan, insanına değer veren' bir iş hayatı tablosu çiziyordu.
Doğuş Otomotiv olarak aracı olmuşlar ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile temsilciliklerini üstlendikleri Volkswagen yöneticilerini bir toplantıda biraraya getirmişler. Volkswagen'in neden Türkiye'de üretim yapması gerektiğini gayet iyi anlatmış Zafer Bey.
Benim de geçenlerde OSD'nin 39. Genel Kurulu'nda konuşmasını izlediğim Zafer Çağlayan, ödül dağıtımı sırasında MAN CEO'su Münir Yavuz beye 'Sizin Volkswagen'ciler (VW) 'Türkiye'de MAN yatırımımız var' diye bizi kandırmaya çalışıyorlar, ama yemem. Sen sizinkilere söyle, Türkiye'de yatırım yapsınlar' diye takılmıştı.
Aclan Acar da, ekran sohbetinde üretimin değerine işaret ediyor, 'Üretemezseniz rekabet edemezsiniz' diyor, 'Türkiye'nin önü açık' diye de ekliyordu.
Bir an düşündüm… Münir Bey Bakan'ın mesajını Ferit Şahenk ve Aclan Beylere bu kadar çabuk iletmiş olabilir miydi acaba?
Fragmanı yeterli, filme gerek yok
Açıkçası Çanakkale - Yolun Sonu adlı filmin fragmanından etkilenmiştim. Meğer bütün filmi anlatmışlar fragmanda zaten. Filmin kendisi onun uzatılmış, sündürülmüş haliymiş… Bir de fragmanda görüntü net, pırıl pırıldı. Film ise flu, yani bulanık. Gözlerim şaşı oldu. 'Acaba 3D mi çekmişler de, gözlük mü vermeyi unutmuşlar,' diye düşündüm bir an…
Ara verildiğinde arkada, makine dairesine yakın oturan gençler, camına tık tık, diye vurup uyardılar makinisti. Ancak nafile… Arkadaşlar, çıkalım falan dediler, 'Film zaten müsamere tadında'… Ancak ben sebat ettim. İnatla, gözler şeş beş, sonuna kadar izledim... Ve üzüldüm…
Bilişim danışmanı arkadaşımız Atıf Ünaldı Twitter'de demiş ki: 'Sanırım kopyadan kaynaklanıyor'… Gazeteci Ali Buldu da filmi Antalya'da izlemiş. Orada da flu imiş… Araştırmacı tarihçi Derya Tulga da eklemiş: 'O senaryodan ne çıkmasını bekliyordunuz ki?'..
Doğru. Bulanık olan sadece film değil, senaryo da görüntüden aşağı kalmıyor. Mesela, yönetmen ana karakterlerden birinin ölüp ölmediği hususunu müphem bırakmak isteyebilir. Ancak bu belirsizliğin bir yere bağlanması, örgüye anlam katması gerekir. Biz o bağlantıyı göremedik doğrusu.
Deterjan reklamında kullanılsa yadırganmayacak beyazlık ve temizlikteki hemşire kıyafetlerinden, hiç eskitilmemiş görünümlü üniformalara, oradan kötülük ve dangalaklığın doruğunda gösterilen düşman subaylarına ve fikri altyapısı olmayan bir hamasete kadar uzanan 'olmamışlık' halini seyretmek hüzün verdi.
Salon ilk akşam olmasına rağmen bomboştu. 'Bu insanlar filmin iyi olmadığını nereden bilmişler de gelmemişler' dedi bir arkadaşımız. 'Star yok' dedim 'Memati ile Berrak hanım yetmemişler demek ki… Popüler sinema star ister… Kelebeğin Rüyası onun için tıklım tıklımdı ilk gece'…
'Konu Çanakkale kardeşim, ne olursa olsun destek atmak lazım'… Bizi bu tür eyyamcılıklar 'bozmadı' mı, onca zaman. Film, içeriği ne olursa olsun önce film olacak. Yani amaç, Türk askerinin Çanakkale'deki kahramanlığını göstermek, aracın, yani filmin nitelik sorununu mubah kılmaz.
Bir başka hüzün verici husus da bu filme devlet kurumlarının verdiği destektir… Devlet bir üretime destek veriyorsa, onun mükemmel olması, örnek ve önder olması gerekir. Devlet Senfoni gibi, Devlet Opera ve Balesi gibi, Müzeler gibi, Devlet Tiyatrosu gibi…
Kültür ve Turizm Bakanlığı adını ve desteğini vermiş, Genelkurmay yardımcı olmuş… Adları jenerikte geçiyor… Yerel yönetimler ha keza…
'Nereden bilsinler, kardeşim. Filmin adı, konusu ortada'…
Bilecekler arkadaşlar. Devlet olmak demek, 'bilmek' ve 'yön vermek' demektir…
'Yaşasın, gayrı safi milli hasılada hizmet sektörünün payı üretim sektörünün payının çok önüne geçti!'… Yunanlı dostlarımın bana bu bağlamda rakamlar verdiklerini ve ABD'yi de rol model olarak alıp Türkiye'yi hâlâ 'Geri bir üretim ve tarım ülkesi' olarak aşağıladıklarını çok net hatırlıyorum.
Gelişmiş Batı ağır ve kirli sanayi tesislerini (!) hele de otomotiv fabrikalarını gelişmekte olan ülkelere kaydırmaya karar verdiğinde, aklı evvel toplum mühendisleri, bunun gelişmişliğin doğal sonucu olduğunu söylediler…
Sonra birden, 'çok gelişmiş' ancak 'maneviyatını kaybetmiş' olduğu bizzat kendileri tarafından tespit edilen Batı'nın finans sektörü, sanal dünyada at koşturan 'anonymous capital'in (isimsiz sermaye) baş rolü oynadığı büyük krizle yüz yüze geliverdi. Kriz virüsü, menşei ile ilişkide olan bütün ülkelere kısa zamanda bulaştı...
İşte, Doğuş Otomotiv'in (VW, Audi, Seat, Porsche vb.) Yönetim Kurulu Başkanı Aclan Acar'ın, Şelale Kadak'ın sorularını TV'de yanıtlarken söylediklerini bu çerçeveye oturttuk. Anadolu'yu karış karış dolaşan bir iş adamının gözlemlerinden çıkardığı sonuçların 'kıymeti' üzerine bir kez daha düşünme fırsatı bulduk. Küresel kriz rüzgârının bu topraklarda dilediğince güçlü fırtınalar estirememesinin şifreleri arasında 'güçlü üretim arzusu ve cesaretin' payı büyüktü...
Aclan Acar, 39 yıllık iş hayatında 70 cent'e muhtaç olunan yılları bizzat Merkez Bankası'nda çalışırken yaşamış biri olarak, hayli farklı, 'kendine güven duyan, insanına değer veren' bir iş hayatı tablosu çiziyordu.
Doğuş Otomotiv olarak aracı olmuşlar ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile temsilciliklerini üstlendikleri Volkswagen yöneticilerini bir toplantıda biraraya getirmişler. Volkswagen'in neden Türkiye'de üretim yapması gerektiğini gayet iyi anlatmış Zafer Bey.
Benim de geçenlerde OSD'nin 39. Genel Kurulu'nda konuşmasını izlediğim Zafer Çağlayan, ödül dağıtımı sırasında MAN CEO'su Münir Yavuz beye 'Sizin Volkswagen'ciler (VW) 'Türkiye'de MAN yatırımımız var' diye bizi kandırmaya çalışıyorlar, ama yemem. Sen sizinkilere söyle, Türkiye'de yatırım yapsınlar' diye takılmıştı.
Aclan Acar da, ekran sohbetinde üretimin değerine işaret ediyor, 'Üretemezseniz rekabet edemezsiniz' diyor, 'Türkiye'nin önü açık' diye de ekliyordu.
Bir an düşündüm… Münir Bey Bakan'ın mesajını Ferit Şahenk ve Aclan Beylere bu kadar çabuk iletmiş olabilir miydi acaba?
Fragmanı yeterli, filme gerek yok
Açıkçası Çanakkale - Yolun Sonu adlı filmin fragmanından etkilenmiştim. Meğer bütün filmi anlatmışlar fragmanda zaten. Filmin kendisi onun uzatılmış, sündürülmüş haliymiş… Bir de fragmanda görüntü net, pırıl pırıldı. Film ise flu, yani bulanık. Gözlerim şaşı oldu. 'Acaba 3D mi çekmişler de, gözlük mü vermeyi unutmuşlar,' diye düşündüm bir an…
Ara verildiğinde arkada, makine dairesine yakın oturan gençler, camına tık tık, diye vurup uyardılar makinisti. Ancak nafile… Arkadaşlar, çıkalım falan dediler, 'Film zaten müsamere tadında'… Ancak ben sebat ettim. İnatla, gözler şeş beş, sonuna kadar izledim... Ve üzüldüm…
Bilişim danışmanı arkadaşımız Atıf Ünaldı Twitter'de demiş ki: 'Sanırım kopyadan kaynaklanıyor'… Gazeteci Ali Buldu da filmi Antalya'da izlemiş. Orada da flu imiş… Araştırmacı tarihçi Derya Tulga da eklemiş: 'O senaryodan ne çıkmasını bekliyordunuz ki?'..
Doğru. Bulanık olan sadece film değil, senaryo da görüntüden aşağı kalmıyor. Mesela, yönetmen ana karakterlerden birinin ölüp ölmediği hususunu müphem bırakmak isteyebilir. Ancak bu belirsizliğin bir yere bağlanması, örgüye anlam katması gerekir. Biz o bağlantıyı göremedik doğrusu.
Deterjan reklamında kullanılsa yadırganmayacak beyazlık ve temizlikteki hemşire kıyafetlerinden, hiç eskitilmemiş görünümlü üniformalara, oradan kötülük ve dangalaklığın doruğunda gösterilen düşman subaylarına ve fikri altyapısı olmayan bir hamasete kadar uzanan 'olmamışlık' halini seyretmek hüzün verdi.
Salon ilk akşam olmasına rağmen bomboştu. 'Bu insanlar filmin iyi olmadığını nereden bilmişler de gelmemişler' dedi bir arkadaşımız. 'Star yok' dedim 'Memati ile Berrak hanım yetmemişler demek ki… Popüler sinema star ister… Kelebeğin Rüyası onun için tıklım tıklımdı ilk gece'…
'Konu Çanakkale kardeşim, ne olursa olsun destek atmak lazım'… Bizi bu tür eyyamcılıklar 'bozmadı' mı, onca zaman. Film, içeriği ne olursa olsun önce film olacak. Yani amaç, Türk askerinin Çanakkale'deki kahramanlığını göstermek, aracın, yani filmin nitelik sorununu mubah kılmaz.
Bir başka hüzün verici husus da bu filme devlet kurumlarının verdiği destektir… Devlet bir üretime destek veriyorsa, onun mükemmel olması, örnek ve önder olması gerekir. Devlet Senfoni gibi, Devlet Opera ve Balesi gibi, Müzeler gibi, Devlet Tiyatrosu gibi…
Kültür ve Turizm Bakanlığı adını ve desteğini vermiş, Genelkurmay yardımcı olmuş… Adları jenerikte geçiyor… Yerel yönetimler ha keza…
'Nereden bilsinler, kardeşim. Filmin adı, konusu ortada'…
Bilecekler arkadaşlar. Devlet olmak demek, 'bilmek' ve 'yön vermek' demektir…